Müminlerin annesi...
Hz.Ebubekir (Radıyallahû Anh)'ın mübarek kızı. 612 yılında Mekke'de doğdu Annesi Ümmü Ruman binti Amir Ibn Umeyr'dir. Çok küçük yaşta müslüman olmuştur. Künyesi Ümm-i Abdullah dır. Resulullah (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) ona "Hümeyra" lakabını vermiş;
"Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız." buyurmuşlardır.
Nikahı
Resulullah,
ilk zevceleri Hatcetü'l
Kübra hayatta iken başka bir kadınla evlenmemişti. Ölümünden sonra bir
müddet daha evlenmedi. Osman İbn Maz'un hanımı Hz. Hule binti Hakim,
Resulullah'a
gelerek evlenme konusunu dile getirdi. Resulullah (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) kiminle evleneyim
diye
sorduğu zaman,
Hule:
Hule:
-Kız
da vardır dul kadın da vardır,
hangisinmi istersiniz? Dul kadın Sude bint-i Zema, kız ise Ebubekir'in
kızı Ayşe. Emr ederseniz ben gidip bir ağız yoklayayım.
Hule
Zatı
Risaletpenahilerinin gönlünün
isteğini öğrendikten sonra Hz.ebubekir'in evine geldi ve meseleyi
kendisine
anlattı. O zaman Hz.Ebubekir (r.a.) Resulullah ile din kardeşi
olarak
sözleşmişti. Cahiliye devrinde söz kardeşlerinin çocukları arasında
nikah
caiz değildi. Bu yüzden Hz.Hule'nin sözüne Hz.Ebubekir (r.a.)
hayretle:
-Resulullah
benim söz kardeşimdir,
bu nasıl olur? der.
Hule
meseleyi Resulullah'a aktardığında
Allah Resulü buyururlar:
-Ebu
Bekir benim din kardeşimdir,
bu şekilde kardeşler arasında nikah caizdir.
Hz.Ayşe'nin
Resulullah'a nikahlanması
620 yılında oldu. Nikahın kıyılmasından iki yıl geçtikten sonra zifaf
olmuştur.
Nikahını
Hz.Ayşe anlatıyor:
"Ben
nikah olacağım zaman çocuklarla
oynuyordum. Annem benim evden dışarı çıkmama bir şey demezdi. o zamana
kadar benim nikahdan haberim yokdu."
Hicret
ve Resulullah'ın Evine Gidişleri
Resulullah
Medineyi Münevvereye vardıktan
sonra Zeyd İbni Harise ve kölesi Ebu Rafi'i ile aile efradını getirtmek
için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek
için
500 dirhemde para verdiler. Bir hayli sıkıntıdan sonra Hz.Ayşe
(r.a.)
annesi ve kızkardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Benu Haris
mahallesinde
kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.
Medine
havası muhacirlere yaramamış,
bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona
Hz.Ayşe
bakmıştı. İyileşmesinin ardından Ayşe rahatsızlanmış ve yatağa
düşmüş,
hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra
bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebubekir Resulullah'a haber göndererek
"Ayşe'yi niçin eve almadığını" sorar. Resulullah "Mehriyeyi
ödemek
için paraları olmadığını" bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ödünç
olarak 500 dirhem ona verir. Zatı Saadetleri de bu parayı Hz.Ayşe'ye
gönderir.
Bu
şekilde
Hz.Ayşe (r.a.) koca evine
gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Resulullah'ın evine
gelir.
Hz.Aişe,
Medine'de Peygamberimizin
muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte
yaralıların
tedavisiyle bizzat uğraştı. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek
taşıyıp
yardım için Peygamber Efendimiz'in herp yanında kalmıştı. Hatta,
peygamberimizin
Uhud'da müşrüiklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır
yakıp,
külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz.Aişe bir ara Uhud'da
kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Resulullah buna müsaade
etmemiştir.
İftira
Hz. Aişe
(r.a) anlatıyor:
Resulullah (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) sefere çıkmak istediği zaman,
kadınları arasında kura çeker, hangisinin ismi çıkarsa onunla giderdi.
Benî Mustalik gazasından önce yaptığı gazada da aramızda kura çekti,
benim ismim çıktı, bundan dolayı Resulullah ile beraber çıktım ve bu,
hicab (örtünme) âyetinin indirilmesinden sonra idi. Onun için bir
hevdece (deve üzerine konulan kapalı taşıyıcıya) konuldum, dönüşte
Resulullah Medine'ye yaklaşınca bir yerde konakladı, sonra da yola
çıkmaya nida ettirdi. Yola çıkmaya seslendikleri sırada ben kalktım ve
yürüyüp ordugahı geçtim, tuvalete gittim, yerime dönerken göğsümü
yokladım, ne göreyim Zafâr boncuklarından bir dizim vardı, kopmuş
düşmüş, bunun üzerine döndüm, kaybolan dizimi aradım, bunu aramak beni
alıkoydu.
Benim yol
nakliyemi yapmakta olan grup varmışlar, hevdeci yüklenmişler ve beni
içinde zannetmişler. Çünkü hafif idim, henüz küçük yaşta bir taze idim;
beni hevdecte sanmışlar, deveyi çekmişler gitmişler. Döndüğüm zaman
orada kimseyi bulamadım, bundan dolayı belki beni aramak için dönerler
dedim, oturdum. Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal ordunun arkasına
kalır, insanların eşyalarını araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması
için diğer konak yerine götürürdü, beni görünce tanımış "Allah'tan
geldik ve yine O'na döneceğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyandım, hemen
feracemle yüzümü örttüm, devesinden indi, ben bininceye kadar çekildi,
bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü, öğle sıcağında orduya yetiştik;
inmişler, bağrışıyorlardı. İndikleri zaman beni bulamadıklarından
insanlar çalkalanmış, o sırada imiş ben üzerlerine varıverdim, artık
herkes beni konuşmuş. Beni lakırdıya almış, helak olan helak olmuş.
Resulullah
Medine'ye ayak bastı ve bana bir ağrı, sızı meydana geldi. Fakat
rahatsız olduğum zamanlar Peygamber (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) den tanıyageldiğim alaka ve
lütfu bu defa görmedim, ancak yanıma giriyor, "nasıl o?" diyordu. Bu
beni işkillendirdi, henüz söylenen sözlerden haberim yoktu, nihayet
nekahet dönemine geldim. Bir gece Mıstah'ın annesi ile hacetimiz için
dışarı çıktım, işimiz biter bitmez yine Mıstah'ın annesi ile odama
doğru döndük. Derken Mıstah'ın annesi mırtı, yani yün çarşafı içinde
sürçtü dedi. Ben buna itiraz ettim. "Bedir'de bulunmuş bir zata sövüyor
musun?" dedim, "Haberin yok mu" dedi, "ne var" dedim. "Ben dedi,
şehadet ederim ki, sen hakikaten "Habersiz mümin hanımlar" dansın .
Sonra ifk'çilerin dediklerini anlattı. Derhal hastalık üstüne
hastalığım arttı, hemen ağlayarak döndüm.
Sonra
Resulullah
girdi ve "nasıl o?" dedi. "Bana izin ver, ana babamın yanına gideyim"
dedim. İzin verdi, ben de anama babama gittim. Anneme: "Ey anne, dedim,
insanlar neler söylüyorlar?" "Kızcağızım! dedi, kendini üzme, vallahi
bir erkeğin yanında sevgili parlak bir kadın olsun ve ortakları
bulunsun da aleyhinde çok laf etmesinler, pek azdır. Daha dedi, bu ana
kadar söylenilen sana malum olmadı mı?" Ben ağlamaya başladım ve bütün
gece sabahı ettim, yine ağlıyordum. Ağlarken babam yanıma geldi,
anneme, "bu niye ağlıyor" dedi. "Bu ana kadar söylenilenden bilgisi
yokmuş" dedi. Babam da ağladı. "sus kızım" dedi. O gün durdum, göz
yaşım dinmiyordu, ana babama ağlamak ciğerimi parçalayacak gibi
geliyordu. İkisi de yanımda oturmuş, ben ağlıyorken Resulullah (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem)
üzerimize geliverdi, selam verdi, sonra oturdu. Hakkımda söylenilen
söylenileliden beri yanımda oturmamıştı ve bir ay olmuş Allah Teâlâ ona
benim bu işimle ilgili vahiy indirmemişti.
Sonra dedi
ki:
"Ey Aişe! Hal önemli, senden bana şöyle şöyle söz yetişti, şimde sen bu
durumdan temiz ve beri isen Allah, muhakkak seni aklayacak ve eğer bir
günaha düştünse Allah'a istiğfar ile tevbe et. Çünkü kul tevbe edince
Allah Teâlâ tevbeyi kabul eder." Ne zaman ki Peygamber (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem)
konuşmasını bitirdi, göz yaşlarım boşandı, sonra babama "Tarafımdan
Resulullah'a cevap ver" dedim. "Vallahi ne diyeceğimi bilmiyorum."
dedi. Bunun üzerine anneme, dedim, "Tarafımdan Resulullah'a cevap ver."
O da "Vallahi ne diyeyim, bilmiyorum, dedi. Ben henüz küçük yaşta bir
taze idim, Kur'ân'dan çok okuyamazdım. Yani çok delil getirebilecek
halde değildim. Dedim ki: "Vallahi ben anladım. Siz bunu işitmişsiniz,
hatta gönüllerinizde yer etmiş, inanmışsınız. Şimdi ben size beriyim
desem inanmayacaksınız ve eğer benim muhakkak tertemiz olduğumu Allah
bilip dururken size kötü bir itirafta bulunsam hemen tasdik edeceksiniz
.Vallahi benimle size başka bir mesel bulamıyorum, ancak Yusuf'un
babası o salih kulun ki ismini zikretmemiştim dediği gibi "Artık (bana
düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına
sığınılacak ancak Allah'tır" (Yusuf, 12/18) dedim, sonra dönüp yatağıma
yattım.
O halde ben
vallahi biliyordum ki, Allah Teâlâ muhakkak beni temize çıkarır. Fakat
vallahi, hakkımda vahy-i metlüvu (Kur'ân âyet) indireceğini
zannetmiyordum. Benim işim nefsime göre, Allah Teâlâ'nın öyle okunup
tilâvet olunacak bir emir ile tekellüm buyuracağı dereceden çok hakir
idi. Ve fakat umuyordum ki, Resulullah uykuda bir rüya görür de Allah,
beni onunla temize çıkarır. Allah bilir ya, Resulullah yerinden
kalkmamıştı, ehl-i beyit'ten kimse de dışarı çıkmamıştı. Allah Teâlâ,
Peygamberine vahyi indiriverdi, ona vahyedilirken olagelen hal hemen
geliverdi ki, kış günüde bile vahyin ağırlığından dolu danesi gibi ter
dökülürdü. Bunun üzerine, bir örtü örtüldü ve başının altına bir yastık
konuldu. Vallahi ben telaş etmedim, aldırmadım, çünkü beraatimi,
suçsuzluğumu biliyordum. Fakat Resulullah açılıncaya kadar, insanların
dediklerine hak verecek bir vahiy gelivermek korkusundan, anamın
babamın canları çıkacak zannettim.
Ne zaman ki
Resulullah açıldı, gülüyordu, ilk söylediği kelime şu oldu: "Müjde ey
Aişe! Rahat ol, vallahi Allah, seni kat'î olarak akladı" dedi. "Hamd,
Allah'a; ne sana, ne de ashabına" dedim. Annem, dedi "Kalk ona!" Ben,
"Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraetimi indiren Allah'dan başkasına
hamd ederim" dedim. Burada Allah Teâlâ den itibaren on âyet indirmişti.
Bunun üzerine Ebu Bekir "Vallahi bundan sonra artık Mıstah'a infak
etmem" dedi. Çünkü ona yakınlığı ve fakirliği sebebiyle nafaka
veriyordu. Bu sebeple de Allah Teâlâ şu âyeti indirdi. "İçinizden
faziletli olanlar (yakınlara...) vermemeye yemin etmesinler. Allah'ın
sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?" (Nur, 24/22) , Bunun üzerine Ebu
Bekir de "Evet, vallahi, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi
Mıstah'a yine nafakası verilmeye devam edildi. Netice olarak özrüm
nazil olunca Resulullah kalktı minbere çıktı, bunları anlattı ve
Kur'ân'ı okudu ve minberden indiği vakitte Abdullah b. Ubeyy'e,
Mıstah'a, Hamne'ye ve Hassan'a had cezası vurdu.
Resûlullah'ın
Vefatı
Peygamberimiz (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) 632 senesinde
hastalandı. bu hastalığı onüç gün sürdü. Bu sürenin beş günlük
bölümünü
diğer hanımlarının yanında sekiz günlük bölümünü ise Hz.Aişe
validemizin
evinde geçirdi. Haziran ayının beşinde pazartesi günü öğleden önce,
mübarek
başı, Hz.Aişe validemizin göğsüne yaslanmış olarak vefat etti.
Resulullah'ın
vefatınmdan sonra Ashab-ı Kiram, Hz.Aişe vaidemize "müminlerin annesi"
adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir.
Resul-i
Ekrem (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) in Hz.Ayşe'ye
muhabbeti fazla idi. Resulullah buyurdu:
"Hak
Tealâ ile benim aramda bulunan
meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek hususunda- imkanı olduğu
nisbette dikkat edip adaletten ayrılmadım. Fakat Ayşeye karşı sevgimin
fazla olmasına mani olmak kudret ve imkanım dahilinde değildir. Hak
Teala
bunun için beni afv eylesin.
Son
Kırk Yılı
Resulullah'ın
vefatından sonra kırk yıla yakın bir müddet daha
yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Âişe'nin bu son kırk
yıllık
hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık
çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe
olan
Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları
gereği
olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan
yüz
bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.
Durum
böyle
endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden
bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada
bulunan
Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı
olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye
çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın
büyükleri
de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya
gitmeyi
uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye
kavuşuncaya
kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların
annesi
ve Resulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz.
Âişe
de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için
onlarla
birlikte Basra'ya hareket etti.
Bu
gidişi
asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi
de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya
gelince
Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki
düşüncelerini
sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya
geldiğini;
öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye
bildirdi.
Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf
üç
gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.
Bu
barış
haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak
için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle
saldırdılar.
Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece
baskını
ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen
müslümanlar
harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu.
İşte
bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası
denir.
Bu
vak'ada
Hz. Aişe'nin içtihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna
rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile
sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek
imandandır."
hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz.
Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini
çok severlerdi.
Hayatının
son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus
hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında
Medine-i
Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.)
kıldırdı.
Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi.
Giyimleri
Kırmızı
gömlek ve siyah örtü giymekle
beraber, turuncu elbiseyi tercih ederdi. Ehrama girerken altın yüzük
taktığı
sarı elbise giymiş olduğu görünmüştür. Arada sırada ipek de giyerdi.
Çok
kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler
temizler
giyerdi.
Bir
fistanı vardı, kıymet itibarı
ile 5 dirhem ederdi, fakat bu fistan zamanında o kadar kıymetli idi ki
gelinler, düğünlerinde gelir bunu emanet alırlardı.
Elbise
hususunda çok titiz idi,
bir ara yeğeni Hafza ince bir başörtü ile yanına gelmişti. Hz.Ayşe onun
baş örtüsünü tutup buyurdu:
"Sen
bilmiyormusun
Cenab-ı Hak Sure-i Nur da ne buyurmuştur?" Sonra kendisine kalın
bir başörtüsü verdi.
İlmi
ve İçtihadları
Hz.
Ayşeden
baş diğer hatunlarıda
Resulullah'ın mubarek ağızlarından bire çok söz duymuşlarsa
da, hiç biri bu sözün hakiki ruhuna Hz.Ayşe gibi nüfuz edememişlerdir.
Hz.Ayşe
körü
körüne taklide muhalifdi.
Kadınlar
camiye gidebilir mi?
Resulullah
kadınların
camiye gelip de, camide namaz kılmalarına müsaade etmiş
olduklarından.
Hz.Aişe bu işin daimi olarak caiz olduğuna karar vermiştir. Fakat
Hz.Aişe kadınların dönem içinde camiye gitmelerinin mahzurlu
olabileceğini
işaret ederek "Resulullah bu hususu
hissetmiş
olsalardı, her halde o zaman kadınların camiye gitmelerini men
ederdi.
Nitekim İsrail oğullarının kadınları men edilmişlerdir"
dedi.
İslamda
ibadetlere
şirk karıştırmaktan men eylemede titiz idi.
Kabenin
örtüsü kullanabilinir mi?
Kabe'nin
anahtarcı
başısı olan Şeybe İbn-i Osman bir ara, Kabe'nin örtüsünü kaldırdıktan
sonra
pis ve kirli ellerle tutulmasın diye:"Toprağa gömelim" diyince. Hz.Ayşe
bunun Kabenin örtüsünün zamanla mukaddesleştirileceğinide göz önüne
alarak,
uygun görmedi ve buyurdu: "Kabe'nin
örtüsünü
istediğiniz gibi kullanırsınız, isterseniz satar, onun parasını da
fakire
fukaraya verirsiniz"
İlim
elde etmekle
kalmamış, bir çok meselede de içtihad etmişti.
Cenab-ı Allah, Âişe bint-i Ebû Bekir Hazretleri'nden ve diğer tüm Hanım Sahâbe Annelerimiz'den razı olsun. Bizleri de şehitlik ve şehidelik mertebesiyle müjdelesin. Bu mübarek Hanım Sahâbe Annelerimiz'in şefaâtlerine nail eylesin bizleri... Amin.
Cenab-ı Allah, Âişe bint-i Ebû Bekir Hazretleri'nden ve diğer tüm Hanım Sahâbe Annelerimiz'den razı olsun. Bizleri de şehitlik ve şehidelik mertebesiyle müjdelesin. Bu mübarek Hanım Sahâbe Annelerimiz'in şefaâtlerine nail eylesin bizleri... Amin.
Kaynaklar
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Şamil İslam Ansiklopedisi
Yorum Gönder