GuidePedia

0

On dokuzuncu yüzyılda Anadolu'da yetişen evliyâdan. İsmi, Fethullah'tır. Verkânisî diye de meşhur olmuştur. Babası Şeyh Mûsâel- Mardinî'dir. Siirt'in Minar nâhiyesine bağlı Verkanis köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1899(H. 1317) senesinde Bitlis'te vefâtetti. Kabri Bitlis vilâyet merkezindeki türbesindedir. Fethullah- ı Verkânisî, medreseye giderek zamânın usûlüne göre ilim tahsîl etti. İlimde yükseldikten sonra" Seydâ" ve"Üstâd- ı âzâm" isimleriyle meşhur olan, Nakşibendiyye yolu büyüklerinden, büyük velî Abdurrahmân Tâhî (Tâgî) Hazretleri'nin sohbetlerine devâm etti. Ona talebe olup ilim meclislerinden ve sohbetlerinden istifâde etti. 


Uzun seneler hizmetinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. Kardeşi Şehmuz ise, Fethullah- ı Verkânisî'nin aksine dünyâya yöneldi. O da dünyâ yönünden ilerledi. O kadar zengin oldu ki, birçok şehirlerde onun mağazasını bulmak mümkündü. Fakat zengin olmasına rağmen kıtlık yıllarında açlık ve sefillik içinde öldü. Hattâ kefen alacak para bulamadıkları için yorganının yüzünü söküp ona kefen yaptılar. Bugün için ismi kayboldu. Hiç kimse Şehmuz diye birisinin yaşamış olup olmadığını bilmemektedir. Kardeşi Şehmuz'un vefâsız olan dünyâya bel bağladığından âkıbeti perişan olurken; Fethullah- ı Verkânisî ise rıza- i ilâhiyi aradı ve Allahü teâlâ ona maddî ve mânevî nîmetler ihsân etti. Evliyâlık yolunda ilerleyip Nakşibendiyye yolu ileri gelenleri arasında yer aldı. İlimde ve tasavvufta yüksek derecelere ulaşması sebebiyle hocası Abdurrahmân Tâhî hazretleri ona talebe yetiştirmek ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icâzet, diploma verdi. Abdurrahmân Tâhî, oğlu Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'yi yetiştirmek üzere ona teslim ettiği gibi ayrıca, kızı Tayyibe Hâtunla da evlendirdi. Hocasının izni ve emri üzerine insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere köy köy dolaşanFethullah- ı Verkânisî bir taraftan da talebe yetiştiriyordu. Hattâ kışın karda kızağına binip köylere irşâd için giderken Muhammed Ziyâüddîn- i Nurşînî'ye kendi kızağını çekmesini emretti. Onun hocasının oğluna böyle muâmele etmesine, Abdurrahmân Tâhî'nin diğer talebeleri îtirâz ettiler." MuhammedZiyâüddîn, şeyhinin oğludur, onun için hâtırını hoş tutması, onu incitmemesi, ona hürmet etmesi lâzım olduğu halde, nasıl olur da o kızağa binip keyif sürerken şeyhinin oğlu zahmet ve meşakkatla kızağını çekiyor." dediler. Onların bu îtirâzlarınaFethullah- ı Verkânisî;" Üstâdım Seydâ (Abdurrahmân Tâhî) oğlunu bana teslim etti ve ben de böyle hareket etmeyi uygun görüyorum. Yok eğer size teslim etmişse bildiğiniz gibi hareket etmekte serbestsiniz." şeklinde cevap verdi. ŞeyhFethullah- ı Verkânisî, Şeyhinin oğluna hürmet etmesi, önünden kalkıp arkası sıra gitmesi gerektiğini biliyordu. Fakat hocasının oğlunun kendisine hizmet edip mânevî derece kazanması için böyle yapıyordu. İlim ve fazîlette yüksek derece sâhibi bir velî olanFethullah- ı Verkânisî, hocasının oğlundan başka pekçok talebe de yetiştirdi. Bitlis vilâyetine bağlı Mutki ilçesinin Ûhin( Yukarıkoyunlu) köyünde bulunan kendi oğluAlâüddîn- i Uhinî de en önde gelen talebelerinden ve halîfelerindendir.Fethullah- ı Verkânisî'nin hocası Abdurrahmân Tâgî, vefât ederken onu yerine halîfe tâyin etti. Abdurrahmân Tâgî vefât edeceği zaman oğlu Muhammed Ziyâüddîn'in üzüntülü ve ağlamakta olduğunu görüp sebebini sordu. Oğlu Muhammed Ziyâüddîn- i Nurşînî;" Efendim! İnsanın babası büyük tüccar olur da onun mîrâsından istifâde edemezse ondan daha acı şey olur mu, diye üzülüp ağlıyorum." diye cevap verdi. Abdurrahmân Tâgî hazretleri;" Doğru söylüyorsun ama, ben seni başkalarının oğlundan ayırt etmedim. Başkasının oğlu yanımda nasıl idiyse, sen de aynı durumdaydın. Aranızda fark gözetip sana özel muâmele yapmadım. Diğerlerinden ayırmadım. Fakat Şeyh Fethullah seni başkalarından ayıracak." buyurdu. Şeyh Fethullah- ı Verkânisî hocasının bu işâretini emir kabûl edip, Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'ye özel îtinâ gösterdi. Onu; evliyâlık yolunda yükseltip,bir- iki sene içinde irşâd ile yâni insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp, onların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermeleri için çalışmakla vazîfelendirdi. Onu huzûruna çağırıp;" Artık sen yetiştin. Buyur babanın makâmına geç ve irşâda başla." diyerek irşâd makâmına oturttu. Hocasının sağlığında ve vefâtından sonra yirmi dört sene insanlara İslâmiyeti anlatan Muhammed Ziyâüddîn- i Nurşînî, Birinci Cihân Savaşı sırasında talebeleriyle ve sevenleriyle birlikte Rus veErmenilerle savaştı. Kardeşi Muhammed Saîd, Muhammed Eşref ve birçok talebeleri şehîd oldular. Kendisi de bir merminin isâbeti sonunda bir kolunu kaybetti. Din, vatan ve milletine yaptığı hizmetleriyle zamânının âlimleri ve devlet adamlarının sevgilerinekavuştu. Tasavvuf yolunda babasına ve hocasıFethullah- ı Verkânisî'ye lâyık bir zât oldu. Şeyh Fethullah- ı Verkânisî talebelerine ve sevenlerine bir sohbeti sırasında;" Akıllı kimsenin, mümkün olduğu kadar, dünyâdan yüz çevirmesi lâzımdır." buyurdu. Fethullah- ı Verkânisî hazretleri uzun bir ömür sürdü. Ömrünün sonlarına doğru Bitlis'e gelip yerleşti. Vefât edeceğini haber verdi. Fethullah- ı Verkânisî'nin talebelerinden biri rüyâsında Îsâ aleyhisselâmı gördü. Rüyâsında Îsâ aleyhisselâm vefât etmişti. Kefenledikten sonra mescidin kapısının yanında defn için hazırlanıyorlardı. İnsanlardan büyük bir kalabalık toplanmıştı. O kalabalıktan bir kimse Îsâ aleyhisselamın cenâzesinde bulunmak üzere Şeyh Fethullah- ı Verkânisî'yi çağırıyordu. Fethullah- ı Verkânisî gelip Îsâ aleyhisselâmın cenâzesinde bulundu. Onu defnettiler. Rüyâyı gören kimse bu rüyâsınıFethullah- ı Verkânisî'ye haber verdi. Fethullah- ı Verkânisî buasırdabulunan büyük bir velînin vefât edeceği şeklinde bu rüyâyı tâbir etti. Rüyâyı anlatan talebe, Fethullah- ı Verkânisî'nin kendisinin vefât edeceğini haber verdiğini anladı. Bir müddet geçtikten sonraFethullah- ı Verkânisî vefât etti.Fethullah- ı Verkânisî kendisi için bir ev yaptırıyordu. O, kendisini işâret ederek;" Filan kimse bu evin içinde oturmaz." buyurdu. Evin inşâatı bitti, fakatFethullah- ı Verkânisî evde oturmadan vefât etti. Fethullah- ı Verkânisî vefâtından iki sene kadar önce talebelerinden birine;" Sen niçin hacca gitmedin?" diye sordu. Çünkü o, talebelerinin her türlü hayırlı işlerini teşvik ederdi. Ertesi sene olunca talebesi hac yolculuğu için gerekli hazırlıkları yapıyordu. Fethullah- ı Verkânisî hazretleri, insanlara İslâmiyeti anlatmak üzere çıktığı bir yolculuktan dönünce, yapılan hazırlıkları gördü. Hanımına dedi ki:" Eğer Allahü teâlânın emri olmasa, onu bu seferden men ederdim. Çünkü vakit daraldı, yâni benim vefâtım yaklaştı. Talebelerimden en yakın olanı ve bana en faydalı olanı budur." Aradan fazla geçmeden vefât etti.

Vefâtından bir sene kadar önceydi. Ramazan ayının otuzuncu günü sabah namazından döndükten sonra ocağın karşısına oturdu ve hanımına buyurdu ki: Bu gece ay, evliyânın sultanı Seyyid Abdülkâdir- i Geylâni'ye gelerek;" Esselâmü aleyküm ey Allahü teâlânın veli kulu. Ben ramazan ayıyım. Sana geldim ve vedâ etmek istiyorum. Çünkü bu son bir araya gelişimizdir." dedi." Bu sözleri söyledikten bir müddet sonra ertesi sene Ramazan ayına erişmeden vefât etti. Talebesi Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî, vefât etmeden önce Şevval ayı içerisindeFethullah- ı Verkânisî hazretlerine gelerek bâzı talebelerine hilâfet verip vermeyeceğini sordu. Fethullah- ı Verkânisî ona cevap olarak;" Sonbahara kadar bekleyin. O zaman işler kolay olur. O zaman işler sana kalır ve istediğin gibi hareket edersin." buyurdu. Böylece kendisinin vefât edeceği zamânı ve yerine Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'yi halîfe bırakacağını işâret etti. Dediği zaman da vefât etti. Vefâtından üç ay kadar önce talebelerinden birine:" Oğlum Alâeddîn'i sana teslim ettim. Ona sonuna kadar ders okutamayacağım." dedi. Sonra oğlu Alâeddîn'e dedi ki: "Sana Vadia Risâlesi'nden ders okutuyordum. Geriye bir ders kaldı. Fakat bundan sonra okutamayacağım. Sana ders verme işini hocana bıraktım." buyurdu. Böylece vefâtını işâret etti ve bu onun son dersi oldu. Fethullah- ı Verkânisî, son zamanlarında bile Peygamber efendimizin veEhl- i beytinin sevgisiyle doluydu. Ölüm hastalığı sırasında Peygamber efendimizin hayâtını ve güzel ahlâkını anlatanMevâhib- i Ledünniyye kitabını ve şerhini mütâlaa ediyordu. Birinci cildini okudu. Vefâtından yedi gün kadar önceydi. Hanımı Tayyibe Hâtuna;" Lambayı tut. Bu kitabı bitirmeden bırakmaya gönlüm râzı değil."dedi. Birinci cildi okuyup bitirdikten sonra;" Bana diğer cildi veriniz." dedi. Ona ikinci cildi verdiler. Okumaya devâm etti. Sonunda okuyacak tâkatı kalmadı. Ondan da üç sayfa kadar okudu. Hazret- i Ali ilehazret- i Fâtımâ'nın evlenmeleri husûsuna gelince durdu. Kendinden geçip dalgın bir hâle geldi. Hastalığı sırasında oğlu Alâeddîn'e âlim ve sâlihlerle bulunmasını tavsiyeetti. Ayrıca sadaka vermesini emretti. Çünkü sadaka, hastalıklarının şifâsı olacaktı. Ayrıca her sene bir kendisi bir de hocasının rûhu için kurban kesilmesini vasiyet etti. Vefât edeceği gün oğlu Alâeddîn ve talebeleri yanına geldiler. Ona yönelerek oturup ağladılar. Fethullah- ı Verkânisî onlara baktı ve yüzlerinde üzüntü belirtilerini gördü. Onlara;

"Ağlamayınız! Allahü teâlâ benim hastalığıma şifâ verirse, sizin babanızım. Eğer şifâ bulamazsam, babanız yâni size sâhip çıkacak olan Muhammed Ziyâüddîn'dir. Çünkü onun insâfı diğer insanların insafından fazladır." buyurdu. Devâm ederek;

"Ölüm sarhoşluğu olan bu son ânımda, gasl ânımda ve defnedilmem esnâsında benimle ilgili hiçbir sünneti terketmeyiniz." dedi. Fethullah- ı Verkânisî vefât edeceği günün sabahı ebedî yolculuk için gerekli hazırlıkları yaptı. Rabbinin huzûruna temiz çıkmak için gusül( boy) abdesti aldırıldı. Sağ tarafının üzerine kıbleye karşı yatırılmasını istedi. Bir an evvel Allahü teâlâya kavuşmayı arzuluyordu. Zaman zaman diğer yanı üzerine de çevriliyordu. Bâtın hâliyle Allahü teâlâyı zikrediyordu. Yâni sesli olarak herhangi bir tesbih veya kelime söylemiyordu. Vefâtı yaklaştığı sırada misvakının yıkanarak kendisine verilmesini söyledi. Misvakını yıkayıp getirdiler. Bir defâ dişlerini misvakladı. Fakat kollarını oynatacak tâkatı kalmadığı için talebelerinden birisi misvakı alıp, onun dişlerini misvaklamaya devâm etti. Ayrıca hocasının halîfelerinden Molla Reşîd'e; Yâsîn sûresini okumasını söyledi.Yâsin- i şerîf bitince, ŞeyhFethullah- ı Verkânisî;" Lâ ilâhe illallah." dedi ve yüzünün su ile mesh edilmesini istedi.Fethullah- ı Verkânisî Allahü teâlâya kavuşma vaktine yaklaştıkça yüzü güzelleşiyordu. Nihâyet 1899(H. 1317) senesi Cemâziyelevvel ayının 21. Salı günü Bitlis'te vefât etti. Defin için gerekli hazırlıklar yapıldı. İnsanlar grup grup cenâze namazını kıldılar. Vasiyeti üzerine evinin yanında defnedildi. Fethullah-ı Verkânisî'nin Bitlis'te bulunan türbesi sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir. Onun Nakşibendiyye yolunun edeplerini anlatan bir risâlesi vardır.

Gelen Hediye

 
Fethullah- ı Verkânisî, Sibgatullah Arvâsî'nin talebelerinden birisine;" Ben vefât edinceye kadar başkasına söylememen şartıyla sana bir şey anlatacağım." buyurdu ve devâm ederek;" Bana Sıbgatullah Arvâsî ve hocamAbdurrahmân- ı Tâgî ile üç hûrîgeldi. Hûriler gâyet süslü elbiseler giymişler, yüzleri ayın on dördü gibi parlarvaziyetteydi. Sıbgatullah Arvâsî ve hocam Abdurrahmân Tâgî bana;" Biz sana, bizimle gitmen için geldik. Senin Allahü teâlâya kavuşma vaktin yaklaştı." dediler. Ben onlara; hoş geldiniz, dedim. Onlardan hûriler hakkında sordum. Bu hûrilerden biri Sıbgatullah Arvâsî için, birisi hocam Abdurrahmân Tâgî içindir. Diğeri kim içindir, dediğimde;" Allahü teâlâ o hûriyi sana hediye gönderdi." Ben onlara, benim hastalığım pek şiddetlendi. Hûri nerede, ben nerede? Ben kendi derdimle meşgûlüm, deyince, onlar;" Allahü teâlâ böyle emretti." buyurdular. Sonra, ben Rabbimin verdiklerine râzıyım, dedim. Bu konuşmalar sırasında bu üçüncü hûrinin hocamın kızı olan hanımım olabileceği aklıma geldi. Dikkatle bakınca onun olmadığını anladım. Bu hûri, Allahü teâlânın hazînelerinden bir ihsânıdır, diye düşünüp, Allahü teâlâya şükrettim." 1) Sohbetler;s. 11,21 2)Eshâb- y Kirâm;( 7. Basky)s. 403 3) Minah;s.264- 291


Edep şahı

Aslen Mardinli olan ve Hz. Ömer r.a.’in neslinden gelen ailesi önce Siirt’in Baykan ilçesine, sonra da bu ilçeye bağlı Verkanis köyüne yerleştiği için Verkanisî nisbesiyle anılan Şeyh Fethullah hazretleri, ilim tahsiline erken yaşlarda başladı. Varlıklı bir aileye mensup olmasına rağmen ticarete değil, ilme meyletmişti. O dönem yaşadığı çevredeki hemen her yerleşim merkezinde bulunan medreselere devam ederek zâhir ilimlerini öğrendi. Son derece zeki ve azimli bir talebeydi. Hadis, tefsir, fıkıh ilimlerinde temel kaynak sayılan bütün kitapları ezberlemiş, bu ilimlerde her soruya cevap verebilen bir alim olmuştu.

Medrese tahsilini tamamladıktan sonra aldığı icazetle genç bir müderris olarak Muş’un Bulanık ilçesine bağlı, şimdiki adı Esenlik olan Abri köyünün medresesine tayin edildi. Eskiden beri tasavvufa ilgi duyardı. Bu ilgi müderris olduktan sonra da artarak devam etti. Zâhir ilimlerinde ilerledikçe bâtın ilmini bir mürşid-i kâmile bağlanmadan öğrenemeyeceğini anlıyordu. Böylece bir mürşid-i kâmile bağlanma arzusuyla arayış içine girdi. Etrafta olup bitenlere dikkat kesiliyor, konuşulanlara kulak veriyor ve hemen herkesin Gavs-ı Hizanî’den bahsettiğini duyuyordu.


Nasibini ararken

Bir ara Gavs-ı Hizanî Seyyid Sıbgatullah Arvasî hazretlerinin Bitlis’e geldiğini, birkaç gündür orada kaldığını öğrendi. Şeyh Fethullah’ın annesi Bitlis’te oturuyordu. Bu saliha hanım Bitlis’e gelen her Allah dostunu muhakkak ziyaret ederdi. Hem annesini görmek, hem de Gavs-ı Hizanî hakkında ondan bilgi almak için Abri’den Bitlis’e geldi. Validesinin elini öper öpmez, “Anacığım, Hizan Şeyhi buraya gelmiş, onu ziyaret ettin mi?” diye sordu. Evet, annesi bu büyük zatı ziyaret etmiş, şimdiye kadar sohbetine katıldığı diğer şeyhlere nazaran ondan daha çok etkilenmişti. Halbuki Gavs-ı Hizanî uzun uzun konuşmamış, sadece “Kim ne biliyorsa, bildiği kadarıyla da olsa amel etsin.” buyurmuştu. Ama bu söz annesini değiştirmeye yetmiş, onu sünnetlere titizlikle riayet eder hale getirmişti.

Fethullah Verkanisî Abri’ye döndükten sonra yalnızca Gavs-ı Hizanî’yi düşünür oldu. Kendi kendine “Aradığım mürşid-i kâmil, bir cümlesiyle insanların halini değiştiren bu zat olmalı.” diyordu. Ona ulaşmak için fırsat kollamaya başladı.

Medresedeki talebelik yıllarından tanıdığı ve Gavs’ın bağlılarından olan bir arkadaşının Seyyid Sıbgatullah hazretlerini ziyaret edeceği haberini aldı. Onunla beraber gitmek istediyse de arkadaşı, Gavs-ı Hizanî’nin hasta olduğunu, vasiyet etmek üzere yalnızca talebelerini çağırdığını söyleyerek Fethullah Verkanisî’yi götürmedi. Fakat ona Gavs’ın halifesi Abdurrahman Tağî’den bahsetti. Abdurrahman Tağî’nin ismini kendisi de duymuştu. Ancak Gavs-ı Hizanî’ye bağlanmayı düşünürken onun henüz irşada bile başlamamış olan halifesine gitmek hususunda tereddüt ediyordu. Bir zaman daha işi oluruna bırakmayı uygun gördü. Yolu Abri’ye düşen yahut yakın köy ve kasabalardan geçen mürşitleri ziyaret ediyor, onların sohbetlerine katılıyor, bir işaret bekliyordu.

İşaret geliyor

Beklediği işaret, Seyyid Tahâ-yı Hakkarî’nin halifelerinden Şeyh Muhammed Küfrevî hazretlerini ziyarette, onun bir sohbeti esnasında geldi. Şeyhi dinlerken birden bir istiğrak hali ile gözleri kapanmış, kendinden geçmişti. Uykuyla uyanıklık arasında kıyametin koptuğunu, insanların dehşet içinde oradan oraya koşuştuklarını gördü. Şeyh Küfrevî o kargaşa içinde elinden tutmuş, kendisine cennete giden yolu tarif ediyordu. Gözlerini açınca bunun manevi bir hal yahut rüya olduğunu anladı. Bu sırada Küfrevî hazretleri ona döndü, hiçbir şey sormadan, “Abdurrahman Tağî’ye git!” buyurdu. “Abdurrahman Tağî’ye git ve gördüklerini ona anlat!”

Daha sonra gördüğü rüyalarda da aynı işareti alınca yola düştü. Abdurrahman Tağî hazretlerinin huzuruna gelerek tabi oldu. Abdurrahman Tağî, Gavs-ı Hizanî’den emaneti devralıp Nurşin’de irşat halkasını kurunca, üzerine titreyediği bu talebesine kısa zamanda seyr ü sülûkunu tamamlatarak hilafet verdi. Onun Fethullah Verkanisî’ye gösterdiği özel ilgi, bir mektubunda da belirttiği gibi sadece kendi tasarrufu değildi. Yolun büyükleri böyle ilham etmişler, gelecekte emaneti yükleneceği bildirilen bu gence daha fazla özen göstermesini istemişlerdi. Abdurrahman Tağî hazretleri de Sâdât silsilesiyle gelen manevi feyz ve marifeti öncelikle onun göğsüne aktarmıştı. Kızı Tayyibe Hanım’ı bu halifesiyle evlendirmiş, oğlu Muhammed Ziyaüddin’i yetiştirmek üzere ona havale etmişti. Vefatından hemen önce de bütün bağlılarını Şeyh Fethullah Verkanisî’ye ısmarlamıştı.

Şeyh Fethullah irşat faaliyetinde bulunduğu her yerde müderrisliğinin etkisiyle zâhir ilimlerini de öğretti. Sofilerin özellikle fıkıh öğrenmelerine çok önem veriyordu. Seyda-i Tağî’nin vefatından sonra epey bir müddet Nurşin dergâhında kaldı. Muhammed Ziyaüddin’i yetiştirip ona, “Sana verebileceğim her şeyi verdim. Artık babanın makamına geç ve irşada başla.” diyerek Nurşin’den ayrıldı. Önce Pirnaşin köyüne taşıdı dergâhını, ömrünün sonlarına doğru da Bitlis’e yerleşti.


‘Âdâp’ kitabı

İrşada başladığı ilk yıllarda mürşidi Seyda-i Tağî’nin emri üzerine köy köy dolaşan Şeyh Fethullah Verkanisî, gittiği her yerde tasavvuf zannedilen bid’atlerle karşılaşıyordu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tasavvuf anlayışı ve usulleri çoğalmış, tarikatler yaygınlaşmış, fakat bu durum bir seviye kaybını beraberinde getirmişti. Bölgenin aşiret ağırlıklı yapısı ve aşiretler arasındaki düşmanlıklar sebebiyle, tasavvufî tercihler zaman zaman çatışmalara gerekçe olarak gösteriliyordu. Tarikatlerin çoğalarak sıradanlaşması, sofilerin âdâba aykırı tutum ve davranışlarını neredeyse normalleştirmişti.

Seyda-i Tağî de bu durumdan şikayetçiydi. Bazı sohbetlerinde Şeyh Fethullah’a döner, “Keşke Kur’an ve Sünnet ölçülerini esas alarak tasavvufu ve sofilerin yanlış anladığı konuları anlatan bir kitap yazsan…” temennisinde bulunurdu. Şeyh Fethullah kendisinin de fark ettiği bu ihtiyaca cevap vermek üzere oğlu Şeyh Alaeddin Farukî hazretlerini görevlendirdi. Alaeddin Farukî, babasının yaptığı sohbetlerden notlar alarak, yazdığı mektuplardan faydalanarak, “Âdâb-ı Fethullah” adı verilen bir risale derledi. Abdurrahman Tağî hazretleri, incelemesi için kendisine sunulan bu risaleyi okumuş ve “Eğer bu kitabı ben yazsaydım, belki bir iki kelime değişikliği ile aynısı olurdu.” buyurmuştur.

Zaten rabıta gibi, zikir gibi yolun amelleriyle ilgili bahisler hariç, kitabın ağırlığını teşkil eden âdâp kısmını Seyda-i Tağî hazretleri “El-Hadikatü’n-Nediyye ve’l-Behçetü’l-Hâlidiyye” adlı bir eserden daha önce kendisine okutmuştu. Şeyh Muhammed b. Süleyman el-Bağdadî’nin yazdığı ve Halidîliğin temel kaynaklarından sayılan bu eserde anlatılan edepler, “Âdab-ı Fethullah”ta daha anlaşılır hale getirilmiş, müridin mürşidi karşısında, diğer müritlerin yanında ve toplum içinde nasıl davranması gerektiği maddeler halinde sıralanmıştı.


Cenâb-ı Allah, Fethullah Verkanisî Hazretleri'nden razı olsun ve makâmını yüceltsin, alî eylesin. Bizleri de şehitlik ve şehidelik makâmıyla müjdelesin. Bu mübarek Allah Dostları'nın himmet, bereket ve şefaatlerine nâil eylesin bizleri... Amin.

Yorum Gönder

 
Top