Ümmü Gülsüm binti Ukbe (Radıyallahû Anhâ) Kureyşliler içinde yurdunu yuvasını bırakıp Medine’ye tek başına hicret eden bir hanım sahâbî!.. Allah’ ve Resûlü'ne hicret için evinden kaçan bir muhâcir hanım!..
Resûlullah (Sallâllahû Aleyhi ve Sellem) Efendimiz'e Mekke’de biat eden kahraman hanımlardan!.. Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğinde; “Beni müşriklere geri çevirmeyin” diye Efendimize sığınan, imanlı, yiğit bir hanım!.. Hz. Osman (Radıyallahû Anh)’ın anne bir kızkardeşi!..
O Mekke’li olup Kureyş kabilesine mensuptur. Babası Peygamberimizin can düşmanı, Efendimizi boğmaya teşebbüs eden, azılı müşrik Ukbe bin Ebî Muayt’tır. Annesi, Ervâ binti Kureyz’dir.
Ervâ hatun, İslâm’ın ilk yıllarında müslüman olma seâdetine eren bir hanım. Resûl-i Ekrem (s.a)’in hala kızı, Hz. Osman (r.a)’ın da annesi olur. Erva hatunun annesi Beyzâ hanım Efendimizin halası olmaktadır.
Ümmü Gülsüm, Mekke’de müslüman olarak Rasûlullah (s.a)’e biat etti. Diğer müslümanlar gibi o da işkencelere maruz kaldı. Başta babası olmak üzere müşriklerin ezâ ve cefâlarından nasîbini aldı. Dinden dönmesi için çok baskılar yapıldı. Fakat o bunların hiç birine aldırış etmedi. İnancından aslâ dönmedi. İmanından zerre kadar taviz vermedi.
Günler acı ve ıstırapla geçiyor, yıllar sıkıntılarla akıp gidiyordu. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret etmişti. Onun ayrılışıyle Mekke âdeta boşalmıştı.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ) doğup büyüdüğü şehirde ailesinin içerisinde idi. Fakat bir müslüman olarak kendini yalnız hissediyordu. Bunun için o da hicret etmek istiyordu.
Babası izin vermediğinden Mekke’de kalmıştı. Müslüman kardeşlerinden ve Rasûlullah’tan ayrı kalmanın ıstırabıyla hayatına devam ediyordu. Sanki o öz yurdunda gurbet hayatı yaşıyordu. Bu ayrılığın bitmesi için Rabbimize duâ ediyor, hicret için fırsat kolluyordu.
O yedi yıl Rasûlullah’a kavuşma hasretiyle yandı. Müslüman kardeşlerinden ayrı kalmanın acısını yedi yıl kalbine gömdü. Nihayet Rabbımız ona bir fırsat lutfetti. Hergün gittiği yere gidiyormuş gibi bir plânla evden kaçtı.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ) hicret mâcerâsını şöyle nakleder: “Mekke’den en son çıkış bölgesi olan Ten’im taraflarında kendimize ait bir bahçe vardı. Ev halkımızdan bazısı da orada otururdu. Buraya sık sık gider, üç dört gün kalır Mekke’ye dönerdim. Ailem benim oraya gitmeme mâni olmazdı. Buraya gidiş gelişi sıklaştırarak ev halkını alıştırdım. Artık Mekke’de durmak istemiyordum. Kendi kendime hicret etmeye karar verdim. Yolda karşılaşacağım sıkıntılara razı oldum.
Birgün bahçeye gidiyor gibi yine Mekke’den çıktım. Yolun en son noktasına, şehrin çıkışına vardım. Orada bir adamla karşılaştım. Bana: Sen nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ben de: Sen kimsin? dedim. Huzâa kabilesinden diye cevap verdi. Bu kabile Rasûlullah (a.s) ile antlaşma yaparak sadakat göstermişti. Ona: “Ben Kureyşî’lerdenim Medine’ye gitmek istiyorum” dedim. O da: “Biz Huzâlılar gidilecek yolu iyi biliriz.” dedi. Bana yol klavuzu olabileceğini söyledi ve devesini getirip benim önümde ıhdırdı.
Ben de deveye bindim. Huzalı devenin yularını tutup öne düştü ve Medine yoluna koyuldu.
Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Allah ve Resûlü yolunda annesinden, babasından ve memleketinden ayrılıyordu. Bundan dolayı da hiç üzülmüyordu. Rasûlullah (s.a) Efendimize ve müslüman kardeşlerine kavuşmayı büyük bir seâdet biliyordu. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine karşıdan göründü.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın gönlü sevinç içerisindeydi. Mekke’de geçen sıkıntılı günler geride kalmıştı. Allah Rasûlüne kavuşma heyecanı kalbini sarmış, içi içine sığmaz olmuştu. Selâmet içerisinde Medine’ye ulaşmanın şükrü ile Rabbımıza hamdediyordu. Yol rehberi Huzâlı’ya duâ ediyordu. Allah o yoldaşı hayırla mükâfatlandırsın! Bir defa bile en ufak bir rahatsızlık verecek harekette bulunmadı. Huzâ kabilesi ne güzel kabiledir! diyordu.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Medine’ye girince müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anhâ)’ya misâfir oldu. O sırada İki Cihan Güneşi Efendimiz evde yoktu. Annemiz ona ikramda bulundu. Hal hatırını sordu. Onun sevincini paylaşmak üzere birlikte oturup sohbet etti. Fakat o endişeli bir bekleyiş içinde görünüyordu.
Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz bu fedakâr, imanlı kardeşini rahatlatmak ve gönlündeki sıkıntı ve endişeleri gidermek için ona:
– “Ey Ümmü Gülsüm! Sen Allah’a ve Resûlüne hicret ettin değil mi?” dedi. O da:
– “Evet!” dedi. Fakat Ümmü Gülsüm (r.anhâ) rahat değildi. Düşünceliydi. İçinde sakladığı bir derdi, tasası vardı. Bunu açıklamak için bir fırsat kolluyordu. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin yakın ilgisinden cesâret alarak zihnini meşgul eden gönlünü sıkan korku ve endişeyi şöyle açıkladı:
– “Ey Ümmü Seleme! Hudeybiye antlaşması gereğince Mekke’den kaçıp Medine’ye gelenler Mekkelilere geri veriliyor. Müslüman olarak Rasûlullah’a sığınan Ebû Cendel (r.a) ile Ebû Basîr (r.a) iâde edilmişti. Efendimizin beni de geri çevirmesinden korkuyorum.
Ey Ümmü Seleme! Kadınların hâli erkeklerinki gibi değildir. Mekke’den ayrılışımın üzerinden sekiz gün geçti. Şimdi onlar beni arayacaklardır. Bulamayınca da buralara kadar geleceklerdir.” diyerek derd ve sıkıntısını dile getirdi.
Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) bu endişeler içerisinde heyecanlı bir şekilde beklerken İki Cihan Güneşi Efendimiz hâne-i seâdete teşrif buyurdu. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz durumu Efendimize arzetti. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bu fedakâr sahâbîsine “Hoş geldin” dedi.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Rasûlullah (s.a) Efendimize heyecanlı heyecanlı Medine’ye geliş mâcerâsını anlattı. Sözlerini içindeki endişeyi de dile getirerek şöyle bitirdi:
“Ya Rasûlallah! Ben, dinim uğrunda hicret ederek sizin yanınıza geldim. Beni koruyun. Müşriklere geri çevirmeyin. Onlara iâde ederseniz, bana işkence ederler. Dinimden döndürmeye çalışırlar. Ben nihâyet bir kadınım. Bilirsiniz ki, kadınların hâli zayıfların hâline benzer.” diyerek derdini, sıkıntısını açıkladı.
İki Cihan Güneşi Efendimiz dikkatle Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’yı dinledi. Onu sevindirecek ve korkusunu giderecek bir üslûpla şöyle cevap verdi: “Yüce Allah muhakkak kadınlar hakkındaki ahdi bozar, hükümsüz bırakır.” buyurdu.
Efendimiz bu imanlı, fedakâr sahâbîsini bu sözleriyle rahatlattı. Rabbimiz de Habîbi’nin isteğini tahakkuk ettirdi ve hanımların müşriklere geri verilemiyeceğini belirten âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Yeni nâzil olan bu ilâhî müjde “imtihan edilen kadın” mânâsına gelen Mümtehine sûresinin onuncu âyeti idi. Meâlen:
“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin.
Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”
İki Cihan Güneşi Efendimiz vahiy tamamlanınca bu müjdeli haberi Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’ya bildirdi. Artık bundan böyle müşriklerin arasından kaçıp gelen imanlı hanımlar Mekke’ye geri verilmeyecekti. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ilâhî emir gereğince onu ve daha sonraki hanımları soruşturdu ve:
“Allah’a yemin olsun ki siz, Allah ve Resûlünün sevgisi, bir de İslâmî vazîfeleri serbestçe yapabilmek için hicret etmiş bulunuyorsunuz. Yoksa ne koca ne de mal sebebiyle göç etmiş değilsiniz.” buyurdu.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ) rahat bir nefes almıştı. Sevincinden gönlü uçuyordu. Yüce Rabbımıza hamdediyordu. Sevgili Peygamberimize sevinç göz yaşlarıyla cevap veriyordu. Ama dünya imtihan dünyasıydı. Sıkıntılar bitmiyordu. Bütün bu olup biten işler, akıp giden hâdiseler arasında babası Ukbe İbni Ebî Muayt kızının Medine’de olduğunu öğrendi. Oğulları Velid ve Umâre’yi kızkardeşlerini alıp getirmek üzere Sevgili Peygamberimize gönderdi. Medine’ye geldiklerinde Efendimizi buldular.
Hudeybiye antlaşması gereğince kendilerinden emin olarak İki Cihan Güneşi Efendimize: “Aramızdaki antlaşmaya göre kızkardeşimizi bize teslim et!” dediler.
Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onlara: “Allah Teâlâ o şartın hükmünü hanımlar hakkkında bozdu.” buyurdu. Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’yı onlara teslim etmedi. Velid ve Umâre elleri boş olarak Mekke’ye döndüler.
Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) henüz evlenmemişti. Medine’de kalması kesinleşince sahâbenin ileri gelenlerinden Zübeyr İbn Avvam, Zeyd İbni Hârise ve Abdurrahman İbni Avf (r.anhüm) efendilerimiz kendisine evlenme teklifinde bulundular. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) durumu kardeşi Hz. Osman (r.a) ile istişâre etti.
O da Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize sormayı tavsiye etti. Bu teklif Efendimize arzedilince Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın Zeyd İbni Hârise (r.a) ile evlenmesi uygun görüldü. Kısa zamanda iki fedâkâr sahâbisinin sıcak yuvaları kuruldu. Hz. Zeyd ile Ümmü Gülsüm (r.anhâ) mesud bir hayat yaşadılar. Fakat mutlulukları uzun sürmedi.
Çünkü kocası Zeyd (r.a) Mûte Savaşında şehid düştü. Bu evlilikten Zeyd isminde bir oğulları, Rukıyye adında bir kızları dünyaya geldi.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ) kadere rıza gösteren imanlı bir hanımdı. Allah’tan gelen her şeye râzıydı. Kocasının şehid olmasını sabır ve metânetle karşıladı. İddet müddetini bekledikten sonra Zübeyr İbni Avvâm (r.a) ile evlendi. Ondan da Zeynep adında bir kızı oldu. Hayat sürprizlerle doluydu. Mutlu bir yuva devam ederken birden aralarında bir geçimsizlik baş gösterdi. O sıcak yuva yaşanmaz bir hal aldı. Uzun sürmedi. Kısa bir müddet sonra boşanmak zorunda kaldılar.
Hayat devam etmekteydi. İnsan yalnız yaşayamazdı. Ümmü Gülsüm de bunun farkında idi. Abdurrahman İbni Avf (r.a)’tan gelen teklif üzere onun ile evlendi. Bu evlilikten de İbrâhim ve Hâmid isminde iki oğulları dünyaya geldi.
Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Rasûlullah (s.a) Efendimizin sohbetinden istifâde eden bilgili, imanlı bir hanımdı. Efendimizden on kadar hadis-i şerif rivayet ettiği nakledilir. Bunlardan bir tanesi şudur:
Ümmü Gülsüm binti Ukbe İbni Ebî Muayt radıyallahu anhâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz.” (Buhâri, Sulh, 2)
Müslim’in rivayetinde de:
“Ümmü Gülsüm dedi ki, Peygamber aleyhisselam halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar da:
1. Savaşta (düşmanı aldatmak için)
2. İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,
3. Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır.” (Riyazussalihin Terc. ve Şerh. c.2, s.247).
Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Abdurrahman İbni Avf (r.a)’ın vefatından sonra, ömrünün sonunu Amr İbn Âs (r.a) ile nikahlı olarak geçirdi. Onun nikâhında iken ahirete göç eyledi. Allah ondan râzı olsun.
Cenâb-ı Hak’tan onun fedakârlığından, gayretinden, imânî heyecanından hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz.Cenâb-ı Allah, Ümmü Gülsüm bint-i Ukbe Hazretleri'nden ve diğer tüm Hanım Sahâbe Annelerimiz'den razı olsun. Bizleri de şehitlik ve şehidelik mertebesiyle müjdelesin. Bu mübarek Hanım Sahâbe Annelerimiz'in şefaâtlerine nâil eylesin bizleri... Amin.
Mustafa Eriş
Altınoluk Dergisi
Yorum Gönder