Şeyh Abdurrahman-ı Tahî k.s. (1831-1886) niyet hususunda taliplerinin şahsında bütün tasavvuf ehlini uyarmış ve şöyle buyurmuştur:
“Bu zaman öyle bir zaman ki, Sâdât-ı Kiram’ın kapısında halis müridler azaldı. Bakıyorsunuz çok büyük kalabalıklar bu kapılara gelip gidiyor. Ancak niyet ve maksatlar başka… Halbuki Sâdât-ı Kiram’ın murat ettiği kimseler, onların manevi feyzini talep edenlerdir. Zamanımızda taliplerin iradeleri zayıflamış, müridlerin üzerinde büyüklerin muradı görülmemektedir. Büyüklerin manevi nispeti ancak gayret edenler içindir.
Allahım, fazlın ve kereminle büyüklerin nurlarını parlat ve taliplerin kalbindeki ateşi tutuştur.”
HER İŞİNDE SÜNNET’E UYANLAR
Seyyid Abdullah Şemdinî k.s. Nehri kasabasında irşad halkası kurduktan sonra da zaman zaman mürşidi Mevlâna
Halid hazretlerini ziyaret etmiştir.
Mevlâna Halid hazretleri, bir ziyaretinde vefa ve sıdk örneği olan dostu ve halifesi Seyyid Abdullah k.s. hazretlerini ayrılırken atına bindirmiş, şehir dışına kadar uğurlamıştı. Mürşidine karşı her zaman edep ve hürmetini muhafaza eden Seyyid Abdullah bu durumdan hayâ edip ata binmek istemeyince Mevlâna Halid k.s. şöyle buyurur:
– Sözüme muhalefet etmeyiniz! Ata binmeni biz istiyoruz. Ceddiniz Rasul-i Ekrem s.a.v.’e olan saygı ve muhabbetim gereği atınızın yularını tutacağım ve kimse beni bundan alıkoyamaz.
Mevlâna Halid k.s. hazretlerinin bu ısrarı Seyyid Abdullah k.s.’ya gösterdiği yakınlıkla beraber, Sâdât-ı Kiram’ın Sünnet-i Seniyye’ye olan bağlılığını da ortaya koyuyordu. Zira Peygamber Efendimiz s.a.v. de Zeyd bin Harise r.a.’ı komutan olarak görevlendirdiğinde atının yularını tutarak şehir dışına kadar yürümüştü.
Hz. Ebu Bekir r.a. da Peygamber Efendimiz s.a.v.’e mutabaat etmek için Usame bin Zeyd r.a.’ı uğurlarken aynı şekilde davranmıştı.
‘NE GÜZEL BİR KUSUR’
Sâdât-ı Kiram’ın büyüklerinden Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî k.s. (1902-1972) Verkanis medresesinde ilim tahsil ettiği ilk gençlik yıllarında, Şeyh Abdurrahman-ı Tahî k.s. hazretlerinin halifelerinden Şeyh Abdülkahhar Zokaydî k.s. kendisini görmüş, şöyle buyurmuştur:
– Allah bağışlasın! Bu evlat büyük velilerden biri olacak inşallah. Ancak bir kusuru var ki, o da çok halim (yumuşak huylu) olmasıdır.
Esasında Şeyh Abdülkahhar k.s. hazretleri bu sözüyle hilm ve şefkat ahlâkına sahip kimselerin bu zamanda insanlar tarafından çok suiistimal edildiğini, bu ahlâkın bir fazilet değil de bir kusurmuş gibi görüldüğünü ifade ediyordu.
Gavs-ı Bilvanisî Seyyid Abdülhakim k.s. hazretleri irşadını sürdürdüğü yıllar boyunca hilm ve merhameti ile insanlığı Hakk’ın rahmet sofrasına davet etmişti. Onun şefkati ile en azılı günahkârlar nefsine karşı işlediği zulümden vazgeçmiş, tövbekâr olmuşlardı.
Gavs-ı Bilvanisî k.s. bazen kendisine zararı dokunmuş bir kimseye iyilik etmek istediğinde çevresindekiler onun yaptığı kötülükleri sayıp döker, verdiği zararı hatırlatırlardı. Gavs k.s. hazretleri de Şeyh Abdülkahhar’ın kendisi için söylediği “Bir kusuru var ki, çok halim olmasıdır” sözünü hatırlatır:
– Elhamdülillah, bu ne kusur güzel bir kusurdur, buyururdu.
DOSTLUKTAN MÜRİDLİĞE
Mevlâna Halid k.s. hazretleri ile Seyyid Abdullah Şemdinî k.s. hazretleri gençlik yıllarında medresede beraber ilim tahsilinde bulunmuş iki yakın arkadaştır. Mevlâna Halid k.s. Hindistan’a giderek Şah-ı Dehlevî k.s. hazretlerinden irşad icazeti alır ve onun talimatıyla memleketi Süleymaniye’ye dönerek dergâhını kurar. Seyyid Abdullah k.s. hiç tereddüt etmeden marifet nurları yüzünde parlayan dostu Mevlâna Halid k.s. hazretlerine teslim olur.
Mevlâna Halid k.s. kendisine arkadaşlık hukukuyla yaklaştığı halde Seyyid Abdullah k.s. bir müridin mürşidine göstermesi gereken edebi her halinde muhafaza eder. Bir müddet sonra seyr-i sülûkunu tamamlar ve Mevlâna Halid k.s. hazretlerinin önde gelen halifelerinden olur. Sâdât-ı Kiram’ın manevi feyz ve bereketinden istifade etmeleri için İslâm ümmetini Mevlâna Halid hazretlerinin kapısına teşvik eder, onun irşadının yayılması için gayret gösterir. Mevlâna Halid k.s. de irşad için Bağdat’a gittiğinde Süleymaniye’deki medreseyi ve talebeleri, eski dostu ve gayretli halifesi Seyyid Abdullah k.s. hazretlerine emanet eder.
Seyyid Abdullah k.s. bir müddet sonra memleketinde, Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nehri kasabasında kendi irşad halkasını kurmak üzere görevlendirilir. Mevlâna Halid hazretleri ile irtibatını sürdüren Seyyid Abdullah k.s., Nehri’ye oldukça yakın bir kasaba olan Berdesor’da müderris olan yeğeni Seyyid Taha’nın irşadını üstlenir. Nihayet zamanı geldiğinde onu mürşidi Mevlâna Halid hazretlerine götürür. İrşad icazetini Mevlâna Halid k.s. hazretlerinden alan Seyyid Taha k.s. dergâhını kurmak üzere müderrislik
yaptığı Berdesor’a gönderilir. 1813 yılında amcası Seyyid Abdullah k.s. hazretlerinin vefatından sonra Nehri dergâhında irşadını sürdürür.
‘YETER Kİ TÖVBEKÂR OLSUN’
Şeyh Ahmed el-Haznevî k.s. hazretlerinin (1886?-1949) irşad yıllarında Suriye toprakları Fansızlar tarafından işgal edilmiş ve Osmanlı’dan ayrılmıştı. Fransız idaresi Şah-ı Hazne’nin nüfuzundan çekiniyor,
onu bir tehdit olarak görüyorlardı. Fransızlarla işbirliği yapan bazı aşiret reisleri de Şah-ı Hazne’ye karşı düşmanca tavır sergilemekten geri durmuyordu.
Şah-ı Hazne k.s. irşadının son yıllarında, işgalci Fransızlar hesabına çalışan bir aşiret reisinin ölmek üzere olduğunu haber aldı. Gelen haberci ağanın çok ağır hasta olduğunu ve Şah-ı Hazne’nin mübarek
ellerinde tövbe etmek istediğini söylüyordu. Şeyh Ahmed el-Haznevî k.s. ilerlemiş yaşına rağmen derhal yol hazırlığına başladı. Etrafındakiler; “Efendim, size bu kadar zulmetmiş böyle bir hainin ayağına mı gideceksiniz?” diyerek onu vazgeçirmeye çalışınca, Şah-ı Hazne k.s. şöyle buyurdu:
– Benden, zalim ve günahkâr bile olsa bir insanın tövbe talebi karşısında kayıtsız kalmamı mı istiyorsunuz?
Vallahi fırtınalar kopup her yeri sel bassa ve benim bir bineğim dahi olmasa, yine de bir kulun tövbekâr olması için elimden geleni yaparım!
SULTANIN EVLATLARI
Mevlâna Halid Bağdadî k.s. (1770-1827) bir gün meclisinde bulunan kalabalığa:
– Beni Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha’dan üstün tutmayınız, buyurur. Etrafındakiler şaşkınlıkla:
– Efendim, siz onların üstadı olduğunuz halde nasıl onlar üstün olabilir, diye sordular.
Asrının müceddidi olan büyük veli Mevlâna Halid k.s. şöyle buyurdu:
– Benim onlarla olan durumum bir sultanın çocuklarını eğiten hocanın durumu gibidir. Biz onları eğitmek için vazifelendirilmiş mürebbiyiz, hocayız. Onlar ise sultan evladı olduğu için ileride inşallah sultan olurlar.
Mevlâna Halid k.s. hazretlerinin tevazuunu ve Ehl-i Beyt’e gösterdiği ihtimamı ifade eden bu hadise, Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha k.s. hazretlerinin iki büyük gönül sultanı olacağının da müjdesiydi.
HÜRRİYET VE İFFET
Gavs-ı Bilvanisî Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî k.s. hazretlerine “Efendim, bize öyle bir nasihat buyurun ki, onunla dünya ve ahiret hayatında kurtuluşa erelim.” dediler. Gavs k.s. şöyle buyurdu:
– Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat ediniz. Hürriyet bütün işlerinizde sebeplere değil, sebepleri yaratan Allah Tealâ’ya bağlanıp O’na teslim olmaktır. Bu, kurtuluşun ilk kapısıdır. İffet ise, kişinin bütün fiilinde kendi nefsi veya başkalarının hesabına değil, Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket etmektir.
“Bu zaman öyle bir zaman ki, Sâdât-ı Kiram’ın kapısında halis müridler azaldı. Bakıyorsunuz çok büyük kalabalıklar bu kapılara gelip gidiyor. Ancak niyet ve maksatlar başka… Halbuki Sâdât-ı Kiram’ın murat ettiği kimseler, onların manevi feyzini talep edenlerdir. Zamanımızda taliplerin iradeleri zayıflamış, müridlerin üzerinde büyüklerin muradı görülmemektedir. Büyüklerin manevi nispeti ancak gayret edenler içindir.
Allahım, fazlın ve kereminle büyüklerin nurlarını parlat ve taliplerin kalbindeki ateşi tutuştur.”
HER İŞİNDE SÜNNET’E UYANLAR
Seyyid Abdullah Şemdinî k.s. Nehri kasabasında irşad halkası kurduktan sonra da zaman zaman mürşidi Mevlâna
Halid hazretlerini ziyaret etmiştir.
Mevlâna Halid hazretleri, bir ziyaretinde vefa ve sıdk örneği olan dostu ve halifesi Seyyid Abdullah k.s. hazretlerini ayrılırken atına bindirmiş, şehir dışına kadar uğurlamıştı. Mürşidine karşı her zaman edep ve hürmetini muhafaza eden Seyyid Abdullah bu durumdan hayâ edip ata binmek istemeyince Mevlâna Halid k.s. şöyle buyurur:
– Sözüme muhalefet etmeyiniz! Ata binmeni biz istiyoruz. Ceddiniz Rasul-i Ekrem s.a.v.’e olan saygı ve muhabbetim gereği atınızın yularını tutacağım ve kimse beni bundan alıkoyamaz.
Mevlâna Halid k.s. hazretlerinin bu ısrarı Seyyid Abdullah k.s.’ya gösterdiği yakınlıkla beraber, Sâdât-ı Kiram’ın Sünnet-i Seniyye’ye olan bağlılığını da ortaya koyuyordu. Zira Peygamber Efendimiz s.a.v. de Zeyd bin Harise r.a.’ı komutan olarak görevlendirdiğinde atının yularını tutarak şehir dışına kadar yürümüştü.
Hz. Ebu Bekir r.a. da Peygamber Efendimiz s.a.v.’e mutabaat etmek için Usame bin Zeyd r.a.’ı uğurlarken aynı şekilde davranmıştı.
‘NE GÜZEL BİR KUSUR’
Sâdât-ı Kiram’ın büyüklerinden Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî k.s. (1902-1972) Verkanis medresesinde ilim tahsil ettiği ilk gençlik yıllarında, Şeyh Abdurrahman-ı Tahî k.s. hazretlerinin halifelerinden Şeyh Abdülkahhar Zokaydî k.s. kendisini görmüş, şöyle buyurmuştur:
– Allah bağışlasın! Bu evlat büyük velilerden biri olacak inşallah. Ancak bir kusuru var ki, o da çok halim (yumuşak huylu) olmasıdır.
Esasında Şeyh Abdülkahhar k.s. hazretleri bu sözüyle hilm ve şefkat ahlâkına sahip kimselerin bu zamanda insanlar tarafından çok suiistimal edildiğini, bu ahlâkın bir fazilet değil de bir kusurmuş gibi görüldüğünü ifade ediyordu.
Gavs-ı Bilvanisî Seyyid Abdülhakim k.s. hazretleri irşadını sürdürdüğü yıllar boyunca hilm ve merhameti ile insanlığı Hakk’ın rahmet sofrasına davet etmişti. Onun şefkati ile en azılı günahkârlar nefsine karşı işlediği zulümden vazgeçmiş, tövbekâr olmuşlardı.
Gavs-ı Bilvanisî k.s. bazen kendisine zararı dokunmuş bir kimseye iyilik etmek istediğinde çevresindekiler onun yaptığı kötülükleri sayıp döker, verdiği zararı hatırlatırlardı. Gavs k.s. hazretleri de Şeyh Abdülkahhar’ın kendisi için söylediği “Bir kusuru var ki, çok halim olmasıdır” sözünü hatırlatır:
– Elhamdülillah, bu ne kusur güzel bir kusurdur, buyururdu.
DOSTLUKTAN MÜRİDLİĞE
Mevlâna Halid k.s. hazretleri ile Seyyid Abdullah Şemdinî k.s. hazretleri gençlik yıllarında medresede beraber ilim tahsilinde bulunmuş iki yakın arkadaştır. Mevlâna Halid k.s. Hindistan’a giderek Şah-ı Dehlevî k.s. hazretlerinden irşad icazeti alır ve onun talimatıyla memleketi Süleymaniye’ye dönerek dergâhını kurar. Seyyid Abdullah k.s. hiç tereddüt etmeden marifet nurları yüzünde parlayan dostu Mevlâna Halid k.s. hazretlerine teslim olur.
Mevlâna Halid k.s. kendisine arkadaşlık hukukuyla yaklaştığı halde Seyyid Abdullah k.s. bir müridin mürşidine göstermesi gereken edebi her halinde muhafaza eder. Bir müddet sonra seyr-i sülûkunu tamamlar ve Mevlâna Halid k.s. hazretlerinin önde gelen halifelerinden olur. Sâdât-ı Kiram’ın manevi feyz ve bereketinden istifade etmeleri için İslâm ümmetini Mevlâna Halid hazretlerinin kapısına teşvik eder, onun irşadının yayılması için gayret gösterir. Mevlâna Halid k.s. de irşad için Bağdat’a gittiğinde Süleymaniye’deki medreseyi ve talebeleri, eski dostu ve gayretli halifesi Seyyid Abdullah k.s. hazretlerine emanet eder.
Seyyid Abdullah k.s. bir müddet sonra memleketinde, Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nehri kasabasında kendi irşad halkasını kurmak üzere görevlendirilir. Mevlâna Halid hazretleri ile irtibatını sürdüren Seyyid Abdullah k.s., Nehri’ye oldukça yakın bir kasaba olan Berdesor’da müderris olan yeğeni Seyyid Taha’nın irşadını üstlenir. Nihayet zamanı geldiğinde onu mürşidi Mevlâna Halid hazretlerine götürür. İrşad icazetini Mevlâna Halid k.s. hazretlerinden alan Seyyid Taha k.s. dergâhını kurmak üzere müderrislik
yaptığı Berdesor’a gönderilir. 1813 yılında amcası Seyyid Abdullah k.s. hazretlerinin vefatından sonra Nehri dergâhında irşadını sürdürür.
‘YETER Kİ TÖVBEKÂR OLSUN’
Şeyh Ahmed el-Haznevî k.s. hazretlerinin (1886?-1949) irşad yıllarında Suriye toprakları Fansızlar tarafından işgal edilmiş ve Osmanlı’dan ayrılmıştı. Fransız idaresi Şah-ı Hazne’nin nüfuzundan çekiniyor,
onu bir tehdit olarak görüyorlardı. Fransızlarla işbirliği yapan bazı aşiret reisleri de Şah-ı Hazne’ye karşı düşmanca tavır sergilemekten geri durmuyordu.
Şah-ı Hazne k.s. irşadının son yıllarında, işgalci Fransızlar hesabına çalışan bir aşiret reisinin ölmek üzere olduğunu haber aldı. Gelen haberci ağanın çok ağır hasta olduğunu ve Şah-ı Hazne’nin mübarek
ellerinde tövbe etmek istediğini söylüyordu. Şeyh Ahmed el-Haznevî k.s. ilerlemiş yaşına rağmen derhal yol hazırlığına başladı. Etrafındakiler; “Efendim, size bu kadar zulmetmiş böyle bir hainin ayağına mı gideceksiniz?” diyerek onu vazgeçirmeye çalışınca, Şah-ı Hazne k.s. şöyle buyurdu:
– Benden, zalim ve günahkâr bile olsa bir insanın tövbe talebi karşısında kayıtsız kalmamı mı istiyorsunuz?
Vallahi fırtınalar kopup her yeri sel bassa ve benim bir bineğim dahi olmasa, yine de bir kulun tövbekâr olması için elimden geleni yaparım!
SULTANIN EVLATLARI
Mevlâna Halid Bağdadî k.s. (1770-1827) bir gün meclisinde bulunan kalabalığa:
– Beni Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha’dan üstün tutmayınız, buyurur. Etrafındakiler şaşkınlıkla:
– Efendim, siz onların üstadı olduğunuz halde nasıl onlar üstün olabilir, diye sordular.
Asrının müceddidi olan büyük veli Mevlâna Halid k.s. şöyle buyurdu:
– Benim onlarla olan durumum bir sultanın çocuklarını eğiten hocanın durumu gibidir. Biz onları eğitmek için vazifelendirilmiş mürebbiyiz, hocayız. Onlar ise sultan evladı olduğu için ileride inşallah sultan olurlar.
Mevlâna Halid k.s. hazretlerinin tevazuunu ve Ehl-i Beyt’e gösterdiği ihtimamı ifade eden bu hadise, Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha k.s. hazretlerinin iki büyük gönül sultanı olacağının da müjdesiydi.
HÜRRİYET VE İFFET
Gavs-ı Bilvanisî Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî k.s. hazretlerine “Efendim, bize öyle bir nasihat buyurun ki, onunla dünya ve ahiret hayatında kurtuluşa erelim.” dediler. Gavs k.s. şöyle buyurdu:
– Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat ediniz. Hürriyet bütün işlerinizde sebeplere değil, sebepleri yaratan Allah Tealâ’ya bağlanıp O’na teslim olmaktır. Bu, kurtuluşun ilk kapısıdır. İffet ise, kişinin bütün fiilinde kendi nefsi veya başkalarının hesabına değil, Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket etmektir.
Yorum Gönder