İlk îmâna
gelenlerden ve aşere-i mübeşşereden. Dedesi, Ebû Bekr-i Sıddîkın
dedesinin kardeşidir. Bedir gazâsında, Şam tarafında vazîfeli idi. Diğer
gazâlarda bulundu. “Talha, ile Zübeyr, Cennette komşularımdır” hadîs-i
şerîfi” ile medh edildi. Çok zengin olup bütün malını Allah yolunda
dağıttı. Deve Harbinde Hazreti Ali tarafında değil idi. Orada, ok ile
şehîd oldu. Hazreti Ali buna çok üzüldü. Ağlı yarak mübârek eli ile
yüzünden toprağı sildi; namazını kendi kıldırdı.
Hazreti
Talha; Humne binti Cahş, Hazreti Ebû Bekir’in kızı Ümmü Gülsüm ve Ümmü
Ebbân binti Utbe ile evlenmiş ve onu erkek, dördü kız ondört çocuğu
olmuştur. Oğulları Muhammed, İmrân, Îsâ, Yahyâ, İsmail, İshâk, Yakub,
Mûsâ, Zekeriyyâ, Sâlih olup, kızları ise Ümmü İshâk, Aişe, Şu’be ve
Meryem’dir.
Hazreti Talha’nın ismi Talha bin
Ubeydullah bin Osman bin Amr bin Kâ’b olup, Künyesi Ebû Muhammed, lakabı
Feyyaz ve Hayyir (Çok hayır işleyen)’dir. Hicretten yirmidört yıl önce
Mekke’de dünyâya geldi. Soyu, altıncı babada Hazreti Ebû Bekir onuncu
babada ise Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile birleşir: Babası Ubeydullah,
Resûlullah ( aleyhisselâm ) peygamberliğini ilân ettiği zaman hayatta
idi. Talha ( radıyallahü anh ) babasının vefâtından evvel Hazreti Ebû
Bekirin tavsiyesine uyarak, İslâmiyeti kabûl etmiş müslüman olmuştur.
İlk îmân edenlerin sekizincisidir. Hazreti Ebû Bekir vasıtasıyla îmân
edenlerin beşincisidir.
Hazreti Talha, İslâmı
tanımadan önce de ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı.
Bu seyahatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir
panayıra gelmişti. Bir rahib: “Panayıra gelenlere sorun; içlerinde
Mekke’den gelen var mı?” diye seslendi. Bunun üzerine Hazreti Talha:
“Evet, ben Mekkeliyim” dedi. Bunun üzerine rahib; “Ahmed (aleyhisselâm )
zuhur etti mi!” diye sordu. Talha “Ahmed kimdir?” diye sordu. Rahib:
“Abdullah bin Abdülmuttalibin oğludur. Orası O’nun zuhur edeceği
şehirdir. O peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi Harem-i şerîften
çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir.” dedi.
Rahibin sözleri Hazreti Talha’nın kalbine yer etti. Oradan acele
ayrılıp Mekkeye geldi ve “olan biten bir şey var mı?” diye sordu. “Evet
var. Abdullahın oğlu Muhammed-ül-Emin peygamber olduğunu iddia etti. Ebû
Kuhafe’nin oğlu da “Hazreti Ebû Bekir, ona uydu.” dediler.
Bunun
üzerine doğruca Hazreti Ebû Bekir’in yanına gitti. Ondan müslüman olduğu
cevabını alınca, Hazreti Ebû Bekire rahibin söylediklerini anlattı.
Sonra birlikte Resûlullah’a gidip, müslüman oldu. Rahibin sözlerini
Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) de anlattı ve Resûlullah tebessüm
ettiler. Talha bin Ubeydullah ( radıyallahü anh ) müslüman olduğu zaman
Mekkeli müşriklerden pek çok eza ve cefa gördü. Rivâyet olunur ki,
Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye adamları ile birlikte Hazreti Ebû Bekir
ile Hazreti Talha’yı yakalayarak onları iple bağladılar ve işkence
yaptılar. Temimoğulları da onlara sahip çıkmadı: Bu hâdiseden dolayı
Hazreti Ebû Bekir ve Talha’ya ( radıyallahü anh ) bitişikler mânâsına
gelen “karînân” dendi.
Hazreti Talha en yakın
akrabaları dahil olmak üzere Mekke müşriklerinden de işkence gördü.
Evlerine hapsedilmiş, İslâmdan dönmesi için günlerce aç ve susuz
bırakılmıştır. Kardeşi Osman da Hazreti Talha vasıtasıyla îmân etmiş, bu
işkencelere o da tabi tutulmuştur. Hele namazlarını eda edecekleri
zaman çektikleri sıkıntı ve kendilerine reva görülen işkence tahammülü
mümkün olmayan cinstendi. Hazreti Mes’ûd bin Hıraş, gördüğü bir hâdiseyi
şöyle nakleder: Safa ile Merve arasında dolaşırken; elleri boynuna
bağlı ve kalabalık bir gurup tarafından takib edilen bir delikanlı
gördüm. Etrâfındakilere bu gencin suçunun ne olduğunu sorduğumda bana:
Bu Talha bin Ubeydullah’tır. Atâlarının yolundan saptı, diye cevap
verdiler. Gencin peşi sıra çirkin sözler söyleyerek onu takib eden bir
de kadın vardı. Onun Kim olduğunu sordum. Bu gencin annesidir dediler.
Fakat Talha ( radıyallahü anh ) bütün bu akıl almaz işkencelere göğüs
geriyor. Beni öldürseniz de dînimden dönmem diye karşılık veriyordu.
Peygamberimiz
( aleyhisselâm ), Hazreti Ebû Bekir’le Medîne-i münevvereye hicret
buyurduğu zaman Hazreti Talha ticâret için Şam’a gitmişti. Dönerken
Medine’ye uğramıştı. Hazreti Peygamberin orada olduğunu öğrenince
kervandaki mallarından vazgeçip Mekke’ye gitmedi ve Medine’de kaldı.
Es’ad bin Zürare’nin ( radıyallahü anh ) misâfiri oldu. Bir müddet sonra
Es’âd bin Zürare’yi ( radıyallahü anh ) Mekke’ye gönderip ailesini
Medine’ye getirtti. Medine’de Muhacîrin ile Ensâr arasında kardeşlik
tesis olunduğunda Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ), Hazreti Talha’yı
Hazreti Übeyy bin Kâ’b ile kardeş yapmıştı. Hazreti Talha, Bedir’den
başka bütün gazâlarda Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) ile beraber
bulunmuştur. Çok cesur idi. Bütün gazâlarda Allahü teâlâ’nın dînine
hizmet ve şehîdlik mertebesine ulaşmak için kahramanca savaşmış, pek çok
defalar Peygamberimizin medhine kavuşmuş ve Cennet ile müjdelenmiştir.
Kureyş müşrikleri Resûlullah ve müslümanları ortadan kaldırmak için
güçlenmek ve para temin etmek maksadıyla Ebû Süfyân başkanlığında
Suriye’ye (Şam’a) büyük bir kervan çıkardılar. Yanlarında otuz kırk
kadar muhafızları da vardı. Hazreti Peygamber ( aleyhisselâm ) önce
keşif ve araştırma yapmak üzere Talha ve Saîd bin Zeyd ( radıyallahü anh
)’ı Medine dışına göndermişti. Bu sebeple onlar Medine’den uzak kalıp
Bedir gazâsından haberdar olmayıp, Bedir’e katılmadılar. Fakat gazâ ile
vazîfeli olarak Resûlullah ( aleyhisselâm ) tarafından gönderildikleri
için Bedir ehlinden sayılmışlar, ganîmetlerden de kendilerine hisse
verilmiştir. Bedir’de bulunanlar gibi kendilerine sevâb verildiği
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) tarafından bildirilmiştir.
Hazreti
Talha, Bedir’den sonra İslâmın en büyük gazâsı, ölüm kalım Savaşı olan
Uhud’da kahramanlık destanları yazmıştır. Canını Peygamber efendimizi
korumak için tehlikeden tehlikeye attı. Eshâb-ı kiram, Resûlullahın
yanında çarpışmak için dizildikleri zaman, Resûlullah ( aleyhisselâm )
Mus’ab bin Umeyr’ın taşıdığı sancağın altında idi. Gazâ başlamış
müşriklerin sancaktarları öldürülünce müşrik ordusu bozulmuş idi. Hatta
müslümanlar, müşriklerin ordugâhına girip ganîmet toplamağa
başlamışlardı. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Uhud geçidine koyduğu ve
hiç bir sûrette ayrılmamalarını emir buyurdukları, Eshâbın en iyi
okçularından elli kişinin büyük kısmı, müşrikler yenildi, diyerek
bulundukları yerleri terk ettiler. Müşrik ordusu bunu fark edince Uhud
Dağını dolaşarak geçide geldiler. Burada bulunan on kadar sahâbîyi şehîd
ettiler ve müslümanları arkadan vurdular. O müthiş günde müslümanlar ne
olduğunu anlayamamışlar, hatta bazıları birbirlerine kılıç vurmuşlardı.
Hele harp meydanında Resûlullahın ( aleyhisselâm ) öldürüldü haberi
Eshâb-ı kiramı kalblerinden hançerlemişti. Ne olduğu, anlaşılmamış
herkes yeise düşmüştü. Eshâb-ı kiramın bazıları geri dönmek icâb
ettiğini, bazıları Resûlullah madem ki öldü, biz de ölünceye kadar
kâfirlerle harb edip O’na hemen kavuşuruz diyorlardı. Bir kısım Eshâb da
Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) etrâfında toplanmışlar canlarını siper
edip Resûlullahı muhafaza etmeye çalışıyorlardı. İşte Hazreti Talha bin
Ubeydullah bir an bile geri çekilmemiş, Resûlullahın yanından
ayrılmamıştı. Her fazîlet ve üstünlükleri kendisinde toplayan her
bakımdan Hazreti Âdem (aleyhisselâm)’dan kıyâmetin kopmasına kadar
gelmiş geçmiş ve gelecek olan insanların en üstünü, en güzeli, en
yumuşak huylusu, en tatlı sözlüsü olan Peygamberimiz ( aleyhisselâm )
burada şecaat ve kahramanlığın en güzel ve en üstün misalini
gösteriyorlardı. Mikdâd ( radıyallahü anh ) Uhud gazâsında bulunmuştu.
Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) görmüş ve O’nun halini şöyle haber
vermişti: “Hazreti Mus’ab bin Umeyr şehîd olmuş sancak düşüyorken,
Hazreti Mus’ab sûretinde bir melek sancağı almış, daha sonra Resûlullah (
aleyhisselâm ) bu sancağı Hazreti Ali’ye vermişti. Kendisini, hak din
ve hak bir kitapla peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim
ki, düşmanın en şiddetli saldırıları karşısında Resûlullah’ın bir karış
bile gerilediğini görmedim. Resûlullah tıpkı, askerî bir birlik gibi,
sebat etmekte yerinden ayrılmamakta idi.” İşte bu şiddetli günde yedisi
muhacirlerden, yedisi ensardan olmak üzere on dört Sahâbî de onunla
birlikte sabır ve sebat gösterdiler. Burada bulunan muhacirlerden birisi
Talha bin Ubeydullah ( radıyallahü anh )’dır. Müslümanların şaşkınlık
içinde bulunup dağıldıkları zaman Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Ey
Allahın kulları, Bana doğru geliniz, Ey Allahın kulları, Bana doğru
geliniz!” diyerek seslene seslene ancak otuz sahâbî toplayabilmişti.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) müşrikler tarafından kuşatılmıştı.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) “Kim Allah yolunda vücûdunu bize verir, feda
eder” buyurduğu sırada ensardan beş sahâbî sıçrayıp ayağa kalktılar.
Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) önünde çarpışa çarpışa can verdiler,
şehîd oldular. Bunların son şehîd olanı ondört yerinden yaralanmış yere
düşünce Peygamberimiz “Onu bana yaklaştırınız.” buyurmuşlardı. Bu
mübârek şehîd, Resûlullahın ( aleyhisselâm ) ellerinde şehâdet şerbetini
içdi. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ), Talha bin Ubeydullah
hazretlerinin de içlerinde bulunduğu onüç sahâbî ile bir köşeye
çekildiler.
Müşrikler Peygamberimiz (
aleyhisselâm ) ve onüç Sahâbîyi yok etmek için üzerlerine yürüdüler.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Şunları kim karşılar, kim durdurur”
buyurdular. Hazreti Talha, “Ben” buyurdu. Peygamberimiz “Senin gibi daha
kim var” diye sordular. Ensardan bir zât “Ben” dedi. Peygamberimiz ona
“Haydi sen karşıla” buyurdu. O zât gitti müşriklerin üzerine bir aslan
gibi atıldı. Gözleri yaşartan kahramanlıklar gösterdi. Birçok kâfiri
Cehenneme gönderdi ise de sayıca çok olan müşrikler nihâyet onu şehîd
ettiler. Yine müşriklerden bir grup Peygamberimize doğru gelmeye
başladı. Peygamberimiz “Şunlara kim karşı koyar” buyurdular. Hazreti
Talha yine atıldı. “Ben” dedi. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Senin
gibi daha kim var” diye sordu. Yine Ensardan bir zât “Ben” dedi.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) “Haydi onları sen karşıla” buyurdular. O zât
da gitti. Aynı şekilde çarpışa çarpışa şehâdet şerbetini içti.
Müşriklerden başka bir grup daha geldi. Resûlullah ( aleyhisselâm ) aynı
şekilde sordu. Yine Hazreti Talha atıldı ise de Peygamberimiz yine
“Senin gibi daha kim var” diye sordu. Ensardan bir zât “Ben” dedi,
Resûlullah ( aleyhisselâm ) aynı şekilde onu da gönderdi. O da şehîd
oldu. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) yanında bulunan ensardan oniki
sahâbî bu şekilde şehâdet şerbetini içtiler, inandıkları, îmân ettikleri
Allahü teâlâya ve kendilerine vâd olunan sonsuz Cennet ni’metlerine
kavuştular. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanında Hazreti Talha bin
Ubeydullah’dan başka kimse kalmadı. Müşrikler Peygamberimizi (
aleyhisselâm ) kastederek yine hücum ettiler. Peygamberimiz “Gelen şu
müşriklere kim karşı koyar” buyurdu. Hazreti Talha “Ben” buyurdu ve
gitti çarpışmaya başladı. Bir kısmını öldürdü. Bu sırada Peygamberimiz (
aleyhisselâm )’in yanına bazı sahâbîler yetiştiler. Eshâb-ı kiram
burada akıllara durgunluk verecek, gözlerin bir daha göremeyeceği
kahramanlıklar gösteriyorlardı. Din-i İslâmda her türlü iyilik ve
fazîlette ümmetin en önünde olan Eshâb-ı kiram cihad, şecaat ve
kahramanlıkta da en önde olduklarını isbât eden canlı misaller ortaya
koyuyorlardı.
Talha bin Ubeydullah (
radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Gördüm ki, Eshâb-ı kiram dağıldı.
Müşrikler hücum ettiler ve Resûlullahı ( aleyhisselâm ) her taraftan
kuşattılar. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) önünden mi, arkasından mı,
sağından mı, yoksa solundan mı gelen taarruzlara karşı duracağımı
bilemiyordum. Bir önden gelenlere bir arkadan gelenlere koştum onları
uzaklaştırdı m. Nihâyet dağıldılar.” Hazreti Talha’nın, Uhud’un bu
anında vücûdunun her yeri heyecandan ve Resûlullaha ( aleyhisselâm ) bir
zarar gelir korkusundan tir tir titriyordu. O Uhud günü Resûlullah’a (
aleyhisselâm ) bir zarar gelmemesi için en çok uğraşan en fazla canını
hiçe sayanlardan idi. Eshâb-ı kiramdan birçoğu bazı anlar Resûlullah (
aleyhisselâm )’ın yanından ayrıldıkları halde Hazreti Talha bir an
ayrılmamış idi. Sa’d bin Ebî Vakkas ( radıyallahü anh ) bu hali haber
verdikten sonra: “Biz Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanına döndüğümüz
zamanlar Hazreti Talha’yı hep O’nun etrâfında dönerek çarpıştığını ve
kendisini Resûlullaha ( aleyhisselâm ) kalkan yapıp koruduğunu gördüm.”
buyurmuştur.
Müşriklerden çok keskin nişancı,
attığını vuran bir okçu vardı. Bu Mâlik bin Zübeyr idi. Bu hain
Peygamberimize ( aleyhisselâm ) nişan alıp bir ok attı. Resûlullahın (
aleyhisselâm ) başına doğru gelen bu oka başka hiç bir şekilde karşı
koyamıyacağını anlayan Talha ( radıyallahü anh ) elini açarak oka karşı
tuttu. Ok elini parçaladı. Parmaklarının bütün sinirleri kesildi. Elinin
kemikleri kırıldı. Atılan oka elini tutması, candan çok ötelere
yükselmiş bir aşkın, kemâle gelmiş bir imânın, muhabbet ile yanan,
anlatılamayan hakiki bir sevginin fiili olarak ortaya çıkmasıdır.
Hazreti Peygamber ( aleyhisselâm ) “Eğer (Talha oka elini beni korumak
için tutarken) Bismillah deseydi, insanların gözü önünde Cennete
giderdi.” Başka bir rivâyette ise Talha’ya ( radıyallahü anh ) “Eğer
Bismillah deseydin insanlar sana bakışırken, melekler seni göklere
yükseltirdi.” buyurmuşlardır. Yine “Uhud günü yer yüzünde sağımda
Cebrâil, solumda Talha bin Ubeydullah’dan başka bana yakın bir kimse
bulunmadığını gördüm” buyurmuşlardır.
Talha bin
Ubeydullah’ın ( radıyallahü anh ) her yeri kılıç ve ok darbeleriyle
delik deşik olmuş, vücûdunda yaralanmayan ve kana bulunmayan bir yer
kalmamış idi. O gün vücûdunda altmışaltı büyük yara açılmıştı. Küçükler
ise vücûdunda sayılamıyacak kadar çokdu. Bu haliyle dahi cihâda devam
ediyordu. Dirâr bin Hattab onun başına şiddetli iki kılıç darbesi
indirmiş ve Hazreti Talha kan kaybı sebebiyle de bayılmıştı. Bunu gören
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) yanına gelen Hazreti Ebû Bekir’e hemen
Hazreti Talha’ya yardıma koşmasını emrettiler. Hazreti Ebû Bekir onu
baygın bir vaziyette buldu. Hemen başını kaldırdı ve yüzüne su serpti.
Hazreti Talha ayıldı. Ayılır ayılmaz ilk sorduğu soru “Resûlullah ne
yapıyor” olmuştur. Böylece sevgi ve bağlılığın en güzelini göstermiştir.
Eshâb-ı kiramda bu aşk, bu muhabbet, bu îmân olduğu için, Resûlullaha
böyle gönül verdikleri için Peygamberlerden sonra insanların en üstünü
olmuşlar, onun için onların verdiği bir avuç arpa sadaka, onlardan
olmayanların verdiği Uhud Dağı kadar altın sadakadan daha kıymetli
olmuştur.
Hazreti Ebû Bekir, “Resûlullah
iyidir. Beni sana O gönderdi.” deyince Talha ( radıyallahü anh ) “Allahü
teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sonra her musîbet
hiçtir.” buyurdu. İşte bu sırada âlemlerin efendisi, iki cihanın sultanı
Hazreti Muhammed Mustafa ( aleyhisselâm ) oraya teşrîf ettiler. Talha (
radıyallahü anh )’ın bütün vücûdunu mübârek elleriyle mesh ettiler ve
ellerini açıp “Allahım ona şifâ ver, Ona kuvvet ver” diye duâ
buyurdular. Talha ( radıyallahü anh ) biraz sonra sapa sağlam kalktı ve
düşmanla yine harbetmeye başladı. Müşriklerden Ebû Zâtülyed, bir ata
binmiş (Ben Ebû Zâtülyed’im. Bana Muhammed’i gösteriniz) diye bağırarak
Resûlullah’a ( aleyhisselâm ) doğru geliyordu. Talha ( radıyallahü anh )
onun önünü kesti. Mızrağını atın arka bacaklarına vurunca; at kuyruğunu
iki bacağı arasına sokup çöktü. Talha ( radıyallahü anh )’da mızrağını
bu müşrikin göz bebeğine sapladı ve onu bağırtarak öldürdü. Hazreti
Talha bu halden sonra da bir hayli yara aldı. Yaraları yetmişbeşi aştı.
Sadece başında dört büyük kılıç yarası vardı. Uylukları kılıçla
parçalanmış, parmakları çolak olmuş idi. Talha ( radıyallahü anh ) şehîd
olmayı bekliyen kimselerdendi.
Hazreti Talha
buyurdu ki: Eshâb-ı kiram “Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah
ile olan ahidlerine (harp meydanlarında sebat) gösterirler. Onların bir
kısmı ahdini yerine getirdi (şehîd oldu), bir kısım ise şehîd olmayı
bekliyor” (Ahzab 23) âyet-i kerîmesinde bekliyenlerin kim olduklarını
merak ediyorlar fakat edeblerinden de bir türlü Resûlullaha (
aleyhisselâm ) soramıyorlardı. Bedevî birine; Resûlullaha ( aleyhisselâm
) şehîd olmayı bekleyenlerin kimler olduğunu sor, dediler. Bedevî de
bunu Resûlullaha ( aleyhisselâm ) sordu. Resûlullah cevap vermedi.
Bedevî tekrar sordu, Resûlullah yine cevap vermedi. Sonra ben, (Talha
bin Ubeydullah ( radıyallahü anh ) mescidin kapısından çıktım. Üzerimde
yeşil elbise vardı. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) beni görünce: “Şehîd
olmayı bekliyenlerin kimler olduğunu soran kimse, nerede” diye sordu.
Bedevî “Benim yâ Resûlallah! Buradayım” dedi. Resûlullah ( aleyhisselâm )
beni göstererek “İşte bu şehîd olmayı bekliyen kişilerdendir.” buyurdu.
Uhud
günü İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi ( aleyhisselâm ) öldürmeğe yemîn
etmiş idi, her yerde Onu ( aleyhisselâm ) arıyordu. Peygamberimizin (
aleyhisselâm ) üzerinde iki zırh vardı. Başında da miğfer bulunuyordu.
İbni Kamia, Resûlullaha ( aleyhisselâm ) hücum etti ve kılıcını
âlemlerin Efendisi Hazreti Muhammed ( aleyhisselâm )’e çaldı. Kılıç
darbesiyle mübârek omuzları yaralandı. Bu sırada müşriklerden Ebû Âmir
tarafından müslümanları düşürmek için kazılmış çukura kadar gelinmişdi.
Diğer bir kılıç darbesi ile Hazreti Peygamber ( aleyhisselâm ) çukura
düştü, miğferlerinin iki halkası mübârek yanaklarına battı. Resûlullaha (
aleyhisselâm ) ilk defa yetişen Hazreti Ali oldu. Hemen Resûlullahın
mübârek ellerinden tutarak Talha bin Ubeydullah da doğrultarak
Peygamberimizi ( aleyhisselâm ) çukurdan çıkardılar. Uhud gazâsının
sonuna kadar da Resûlullah’dan ( aleyhisselâm ) ayrılmadı. Resûlullahı (
aleyhisselâm ) sırtına alarak Uhud kayalığına taşıdı. Hazreti Talha
işte bu Uhud günü Talhat-ül-Hayr (hayırlı Talha) lakabı ile şereflendi
ki ona bu lakabı Resûlullah ( aleyhisselâm ) vermiştir. Kayalıklara
gelince Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) bir kayanın üzerine çıkmak
istedi. Fakat gayet zayıflamış ve üst üste iki zırh giymiş ve kendisine
yetmişten ziyade kılıç vurulmuş olduğundan takat getiremedi. Bunun
üzerine Talha ( radıyallahü anh ) altına oturdu ve Resûlullah (
aleyhisselâm ) taşın üzerine çıktı. O zaman Resûlullah ( aleyhisselâm )
“Talha Resûlullaha yardım ettiği zaman cennet ona vacib oldu”
buyurdular.
Hazreti Talha, Uhud Harbi’nden
Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün gazvelere
katılmıştır. Bu arada Hudeybiye’de biât-ı Rıdvan’da da bulunmuştur.
Mekke’nin fethinden sonra Huneyn gazvesinde düşmanın okları karşısında
gerileyen ordu içinde sebat edenlerdendir. Tebük gazvesinde herkes
elinden gelen gayretle orduyu techîz etmek, (donatmak) için uğraşırken O
da herkesle yarışırcasına bütün varını yoğunu sarf etmiştir. İşte
bundan dolayı Feyyaz lakabını almıştır.
Resûlullaha
( aleyhisselâm ) haber verildi ki; münâfıklar, yahudi Saveylim’in
evinde toplanmışlardı. Müslümanları Tebük seferinden geri çevirmek
istiyorlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Talha bin
Ubeydullah’ı bazı sahabîlerle Saveylim’in, Casum mevkiindeki evine
gitmelerini ve evi, münâfıklık eden bu hainlerin üzerine yıkıp
yakmalarını emr buyurdu. Hazreti Talha bu emri derhal yerine getirdi.
Münâfıklardan Dahhâk bin Halife evin arkasından atladı, ayağı kırıldı ve
münâfıkların, fitnesi söndürüldü.
Hazreti Enes
buyuruyor ki: “Huneyn savaşında Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm )
“Kim bir düşman öldürürse düşmanın nesi varsa öldürene aiddir. Ganîmete
dahil değildir”buyurmuşlardı. Ebû Talha ( radıyallahü anh ) Huneyn
savaşında tam yirmi düşman askeri öldürmüştür. Huneyn’deki gayret hizmet
ve kahramanlıklarından ve bilhassa cömertliğinden dolayı da
Talhat-ül-Cûd lakabı Resûlullah ( aleyhisselâm ) tarafından verilmiştir.
Resûlullah
( aleyhisselâm ) ile birlikte Mekke’ye giden Hazreti Talha, Mekke’de
haccı eda edip, Veda hutbesini dinledikten sonra Medine’ye dönmüş ve bir
müddet orada kalmıştır. Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) vefâtından çok
müteessir olup, tenha bir köşeye çekilip ağlamıştır. Sonra Hazreti Ebû
Bekir’in halife seçildiğini görüp, hemen ona bîat etmiştir. Hazreti Ebû
Bekir’in hilâfeti zamanında da bütün savaşlara katılmıştır. Hazreti Ebû
Bekir hastalandığında, yerine kimin halife olmasını Hazreti Talha ile
istişâre etmiş ve Hazreti Ömer’i uygun görmüş ve “Hazreti Ömer bu makama
en çok lâyık olan zâttır. (Cenâb-ı Hak sana müslümanların işini kime
terk ettin) derse açık bir alınla ve müsterih olarak, (Hazreti Ömer’e
bıraktım dersin)” buyurmuşlardır.
Hazreti Ömer
zamanında şûra meclisi üyesi idi. Hazreti Ömer her husûsta Onun reyine
müracaat ederdi. Bir defasında şûra meclisinde fetholunan arazinin
mücâhidler arasında taksim olunması veya olunmaması durumu
görüşülüyordu. Hazreti Ömer dağıtılmamasını istiyor ve arazinin yalnız
Onu fetheden mücâhidlere âit olmayıp ondan sonra gelecek nesillere de
âit olduğunu beyan buyurmuştu. Hazreti Ömer’in bu ictihâdından başka
şekilde ictihâd edenler oldu ise de Hazreti Talha kuvvetli delîller
ortaya koyunca; mes’ele Hazreti Ömer’in teklif ettiği şekilde kabûl
olundu. İslâm Hukuku’nda bu ictihâd esas kabûl edildi. Hazreti Ömer’in
vefât etmeden önce halife seçilmek üzere namzet gösterdiği altı zattan
birisi de Talha bin Ubeydullah ( radıyallahü anh )’dır. Hazreti Talha
kendi namzetliğinden feragat etti. Reyini Hazreti Osman’a verdi. Hazreti
Osman halife seçilince, Hazreti Talha da onu canı gönülden destekledi.
Hazreti
Osman devrinde, ilk 6 yıl sakin geçti ve sessiz bir hayat yaşandı.
Hazreti Osman âsiler tarafından muhasara edildiğinde, Hazreti Talha O’nu
korumak amacıyla Hazreti Ali ve Hazreti Zübeyr gibi oğullarını
gönderdi. Oğlu Muhammed şiddetli şekilde âsilere mukâbelede bulundu.
Hazreti Osman şehîd edilince Hazreti Talha çok üzüldü. Hazreti Ali
halife seçilince O’na bîat etti. Sonra Hazreti Osman’ı şehîd edenlerin
derhal cezalarının verilmesini ve kısas yapılmasını istedi. Hazreti Ali
de isyancıların Medine’ye hâkim olduklarını bir müddet sonra kendilerine
bağlı bir ordu kurulduğu zaman isyancıların ve katillerin cezasının
verileceğini beyan etti. Hazreti Talha buna çok üzüldü. Mekke’ye Hazreti
Âişe vâlidemizin yanına daha sonra Basra’ya gitti. Hazreti Ali ile
karşılarındaki müslümanlar arasında kan dökülmemesi için Hazreti Âişe
arabulucu olarak gelmişti. Her iki taraf anlaştılar. Fakat bunu öğrenen
Abdullah bin Sebe yahudisi ve ona tabi olan isyancılar gece her iki
orduya da hücum ederek, Hazreti Ali ordusuna Âişe ( radıyallahü anha )
sözünde durmadı, Hazreti Âişe, Talha ve Zübeyr’in bulunduğu tarafta da
Hazreti Ali “sözünde durmadı” diye bağırarak fitne çıkardılar ve çok
müslüman kanının dökülmesine sebep oldular. Hazreti Talha burada şehîd
oldu. Hazreti Âişe bu vaka esnasında bir deve üzerinde olduğundan bu
vak’aya cemel vakası denildi. Hazreti Ali harp meydanını gezerken
Hazreti Talha’yı maktuller (ölenler) arasında görünce çok üzüldü, çok,
pek çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve “Ey Ebû
Muhammed (Talha) semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde
serilmiş olarak görmek bana pek ağır geldi, beni kalbimden vurdu. Keşke
yirmi yıl önce öleydim” buyurdu. Hazreti Ali, Hazreti Talha’nın namazını
kendi kıldırdı. Vefâtından yirmi yıl sonra kızı Âişe bir gece rüyasında
Hazreti Talha’yı gördü ve Ona “Yâ Aişe kabrimin bir tarafından sızan su
bana eziyyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defn et”, diye
tenbîh buyurdu. Bunun üzerine kızı Âişe çok üzüldü ve akrabalarından
bazılarını alarak kabr-i şeriflerini açtılar. Sızan sudan dolayı
vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş ise de, diğer yerleri yeni defn
edilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş olduğu halde buldular. Başka
bir kabre naklettiler.
Talha bin Ubeydullah
hazretlerinin üstünlükleri ve faziletleri pek çoktur. Günyet-üt-Talibin
(1322 Mısır Baskısı) seksendördüncü sahifesinde Abdülkâdir-i Geylânî
(kuddise sirruh) buyuruyorlar ki:
(Ehl-i
sünnete göre, Muhammed aleyhisselâmın ümmeti, başka Peygamberlerin
ümmetlerinden daha üstündür. Bu ümmetin de üstünü, Ona îmân ederek
mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmdır ki, hepsi Ona tâbi’
olmuş, Onun için harb etmiş, Onun uğruna canlarını, mallarını feda
etmişdir. Onun emrini yapmak, birinci vazîfeleri olmuş, herşeyde Onun
yardımcısı olmuşlardır. Bu Eshâbın da en üstünü Hudeybiyede, Resûlullah (
aleyhisselâm ) ile bi’at edip Onun için ölmeğe hâzır olduklarını söz
veren kahramanlardır. Bunlar, bindörtyüz kişi idi. Bunların da en
üstünü, Bedr muharebesinde bulunanlardır ki, bunlar, Tâlûtun askeri gibi
üçyüzonüç kişi idi. Bunların da üstünü, ilk müslüman olan kırk kişidir
ki, kırkıncısı, Ömer “radıyallahü anh”dır. Bunların otuzdördü erkek,
altısı kadındır. Bunların da üstünü, (Aşere-i mübeşşere) ya’nî Cennete
gidecekleri müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali,
Talha, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahmân bin Avf, Sa’d İbni Ebî Vakkâs,
Sa’îd bin Zeyd, Ebû Ubeyde bin Cerrâhdır. Bunların da üstünü, Hulefâ-i
râşidîn, ya’nî dört halife olup, bunların da üstünü Ebû Bekr, sonra
Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra Ali’dir).
Hazreti
Talha’nın bu bütün üstünlük ve faziletlerden sadece kavuşmadığı
Hulefa-i râşidîn derecesi olmuştur. Peygamberimiz ( aleyhisselâm )
“Yeryüzünde Cennetlik bir kimse görmek isteyen Talha bin Ubeydullah’a
baksın” buyurdu. Hazreti Âişe anlatır: Ebû Bekir Sıddîk bir gün
Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanına girmişti. Resûlullah ona “Yâ Ebâ
Bekir sen Allahü teâlânın Cehennemden âzâd ettiği kişisin” buyurdu.
Ondan önce kimseye böyle Atîk ismi vermemişti. Sonra Talha bin
Ubeydullah içeri girdi. Resûlullah ( aleyhisselâm ) ona“Ey Talha sen de
şehîd olmayı bekleyenlerdensin” buyurdu.
Hazreti
Talha ahlâk, edeb ve fazîlet bakımından çok yüksek idi. Kalbi Allahü
teâlâ’nın korkusuyla ve Resûlünün muhabbetiyle doluydu. Bu muhabbeti aşk
derecesinden de çok ötelerde idi. O bu aşkının en güzel isbâtını Uhud
ve diğer gazâlarda göstermiştir.
Zi’l-Karede
gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için bir kuyu satın alıp onu
mü’minlere vakfetmiş idi. O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek büyük
bir cömertlik idi. Ayrıca Zü’l-usra gazvesinde savaşa katılanları tek
başına doyurmuştur. Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir;
fakîrlerin ihtiyâçlarını görür, biçarelere yardım eder, paraya ihtiyâcı
olanlara para verirdi. Teymoğullarının bütün muhtaçları, onun yardımları
altında idi. Hazreti Talha bunların dullarını evlendirir, borçlularının
borçlarını öderdi.
Resûlullah’ın (
aleyhisselâm ) vefâtından sonra Ümm-ül-mü’minîn olan ezvac-ı tâhîratın
hizmetine koşmuşdu. Bütün malını ve parasını emirlerine amade kılmıştı.
Medine’ye gelenler onun evinde misâfir edilirdi. Kendisinden bir şey
beklendiğinde onu yerine getirmediği görülmemiştir. Bir gün bir Bedevî,
Hazreti Talha’ya gelerek akrabalık iddiasında bulunarak yardım istedi.
Hazreti Talha bu akrabalık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir
arazisinin olduğunu ve isterse onu almasını, isterse satıp parasını
vermeyi teklif etti. Bedevî parasını almayı isteyince, Hazreti Talha
araziyi Hazreti Osman’a satıp parasını Bedeviye verdi.
Bir
gün Hazreti Talha, üzerinde güzel bir maşlah (yünlü harmani) ile yolda
giderken adamın biri maşlahını omuzlarından kaptı. Oradakiler maşlahı
adamdan geri aldılar. Fakat Hazreti Talha maşlahı adama iade ettirdi.
Adam utanarak Hazreti Talha’ya vermek isteyince Hazreti Talha: “Senin
olsun, Allahü teâlâ mübârek etsin! Birisi benden birşey umarsa onun
umudunu boşa çıkarmaktan Allahü teâlâdan utanırım.” buyurdu.
Son
derece sevimli idi. Orta boylu, geniş göğüslü, yakışıklı bir zattı,
isrâf ve aşırılığa kaçmadan iyi giyinirdi. Onun ahlâkının güzelliğine
bir misâl olarak şu kıssa zikredilebilir. Eshâb-ı kiramdan bir çok zât
Ümmî Ebân hatunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat O hiç
birisini kabûl etmedi. Talha bin Ubeydullah ( radıyallahü anh ) teklifte
bulununca kabûl etti. Sebebi sorulduğu zaman: “Onun ahlâkını bilirim.
Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim olarak
çıkar. Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı
zaman teşekkür eder. Bir kusur görünce affeder.” diye cevap vermiş ve
Hazreti Talha ile evlenmişti.”
Hazreti Talha
ticâretle meşgûl olurdu. Medine-i münevverede ise ziraatle meşgûl olmuş
ve büyük çiftlikler sahibi idi. Kendisinin Hayber’de ve Irak’ta çok
arazileri vardı.
Hazreti Talha çok büyük bir
zenginliğin içinde bulunmasına rağmen gayet az yer, son derece sade
giyinirdi. İsrâf etmez ve isrâf edenleri sevmezdi. Bazen de çok güzel
elbiseler giyerdi.
Hâlid bin Sa’îd’in rivâyet
etmiş olduğu hadîs-i şerîfte Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyuruyor ki:
“Ey insanlar ben Ebû Bekir’den râzıyım. Bunu ona bildirin. Ey insanlar
ben Ömer, Ali, Osman, Talha, Zübeyr, Sa’d, Sa’îd ve Abdurrahmân bin
Avfdan râzıyım. Bunu onlara bildirin. Ey insanlar Allahü teâlâ Bedr
ehlini ve Hudeybiye ehlini bağışladı. Ey insanlar Eshâbım
kayınpederlerim (Hazreti Ebû Bekir ve Ömer) ve dâmâdlarım (Hazreti Osman
ve Ali) Hakkında bana riâyet ediniz. Hiç biriniz onlardan hak taleb
etmesin. Çünkü o haklar öyle haklardır ki, yarın kıyâmet günü
bağışlanmazlar.”
Ebû Hureyre ( radıyallahü anh )
buyurdu ki: Resûlullah ( aleyhisselâm ) Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali,
Talha ve Zübeyr ile birlikte Hira dağının üzerinde bulunuyorlardı. Dağ
sarsılmaya, sallanmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm )
“Sakin ol ey Hira, senin üzerinde ancak bir peygamber yahut sıddîk
yahut şehîdler bulunmaktadır.” buyurmuşlardır.
İbni
Mende Talha bin Ubeydullah’dan haber veriyor: Talha bir gece Abdullah
bin Amr bin Hirâm’ın kabrini ziyâret etti. Kabirden Kur’ân sesi işitti.
Gelip Resûlullah’a söyledi:“O Abdullahdır. Allahü teâlâ, şehîdlerin
rûhlarını Cennete koyar. Her gece rûhları bedenleri ile buluşur. Sabah
olunca yine Cennette olurlar.” buyurdu.
“Talha
ve Zübeyr Cennette benim komşularımdır.” Hadîs-i şerîfi için “Benim
kulağım Resûlullahın mübârek ağızlarından kelimesi kelimesine bu hadîs-i
şerîfi işitmiştir.” diye buyurdu.
Peygamberimiz
( aleyhisselâm ) yeni ayı, hilâli görünce, “Allahım bu ayı; râzı
olduğun ve sevdiğin işlerde, selâmet, iyilik, îmân ve İslâmımızın
devamıyla geçirmemizi nasip eyle. Gadâbını çeken şeylerden (haramlardan
da) muhafaza eyle. Ey hilâl benim ve senin Rabbin Allahü teâlâdır.”
Yine
Talha ( radıyallahü anh ), Peygamberimizden ( aleyhisselâm ) “Ben
tevâzuyu severim. Kim Allah için tevâzu ederse Allahü teâlâ onu
yükseltir.” “Allahü teâlâ cömerttir. Cömertleri sever.” “Allahü teâlâ
güzel ahlâkı sever kötü ahlâkı sevmez.” Hadîs-i şeriflerini haber verdi.
Cenab-ı Allah, Tâlhâ Bin Ubeydullah Hazretleri'nden ve diğer tüm Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz'den razı olsun. Bizleri de şehitlik mertebesiyle müjdelesin. Bu mübarek Sahabe Efendilerimiz'in şefaatlerine nail eylesin bizleri... Amin.
_______________________________________
1) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh. 160
2) Sünen-i Tirmizî cild-1, sh. 376
3) Buhârî’ fedâil-ül-Sahâbe
4) Müslim fedâil-üs-Sahâbe
5) Medâric-ün-nübüvve cild-2, sh. 269
6) El-İsâbe cild-2, sh. 229
7) El-İstiâb cild-2, sh. 219
8) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh. 214
9) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh. 87
10) Metâli-un nücûm cild-1, sh. 216
11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1075
Yorum Gönder