GuidePedia

0

Büyük evliyâdan. Adı Ca'fer bin Yunus olup, künyesi Ebû Bekr'dir. 247 (m. 861) senesinde Samarra'da doğdu. Bağdâd'a gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdî'nin talebesidir. Ayni zamanda Mâlikî mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmâm-ı Mâlik'in Muvatta'sını ezbere bilirdi. Zamanının bir tanesi olan Ebû Bekr-i Şiblî 334 (m. 945) senesinin Zilhicce ayında vefât etti.
Ebû Bekr-i Şiblî, takvâ sâhiblerinin tâcı, birçok riyâzetleri ve kerâmetleri ile evliyânın reisi, akıl â-leminin mes'elesi idi. Pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinlemiş ve nakletmiştir. Öğrenmek hususundaki siddetli arzusu dinmek ve tükenmek bilmezdi. Ebû Bekr-i Şiblî'den, Ebü'l-Fadl Abdülvâhid Temîmî, Ali Acemi, Ebû Hasen-i Hudrî, Ebü'l-Hasen Mesnî, Ebû Zer Râzi, Ya'kûb Seyyid, Ebû Sehl Muhammed bin Süleymân ve birçok âlim ders almış ve ilim öğrenmiştir.
Ebû Bekr-i Şiblî hazretlerini Cüneyd-i Bağdâdî (r.a.) çok sever, ziyade önem verirdi. Onun için: "Her kavmin bir tâcı vardır. Bu kavmin tâcı da Şiblî'dir. Ebû Bekr-i Şiblî'ye, birbirinize baktığınız gözle bakmayın. O müstesnâ bir kimsedir" buyururdu.
Tasavvufa intisâb etmesine sebep olan hadîse şöyle anlatılır: Devamend emiri iken, Rey emiri ile Bağdâd'dan kendisine bir mektûb geldi. Bunun üzerine hemen Bağdâd'a halifenin yanına gitti. Halife kendisine hil'atler verdi. Geri döndükten sonra birgün, aksırdıktan sonra halifenin verdiği hil'atin kolu ile ağzını ve burnunu sildi. Bu durum derhal halifeye bildirildiğinde, o da hil'atin çıkarılması ve emîrlikten azl edilmesi emrini verdi. Bunun Üzerine Ebû Bekr-i Şiblî kendi kendine, "Bir kulun hil'atini ve elbisesini mendil yerine kullanan bir kimse, eğer bu görevden alınırsa, acaba âlemlerin padişahı olan, Allahü teâlânın hil'atini mendil olarak kullanan kimse hangi muâmeleye müstehâk olur" diye düşündü. Hemen halifenin huzuruna varıp hiçbir vazife verilmemesini istedi. Halife sebebini sorunca, "Ey halife! Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz olan bir hil'ate yapılan saygısızlığı hoş karşılamıyorsun, âlemlerin sultânı olan Allahü teâlânın ihsan etmiş olduğu ma'rifet ve muhabbet hil'atini, bir mahlukun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mı?" dedi.
Halifenin huzûrundan ayrılıp, zamanın büyük âlimlerinden olan Hayrünnessâc hazretlerine giderek, onun talebesi olmak istedi. Hayrünnessâc hazretleri; "Ey Şiblî! Sen, Hz. Cüneyd'in yakınlarındansın. Senin nasîbin ondadır." diyerek Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine gönderdi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri önce: "Git, çıra sat!" buyurdu. Bunun üzerine, bir sene çıra satıp tekrar huzurlarına çıktıklarında: "Daha düşüncelerinde dünyâya muhabbet var" buyurarak bir sene de başka bir iş verdiler. Bir sene sonra tekrar huzurlarına çıktığında: "Bir sene de burada hizmet et!" buyurdular. Bu hizmetten sonra hocası: "Şimdi halin nasıldır?" diye sordu. Şiblî hazretleri: "Artık kendimi insanlardan üstün tutmuyorum" dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri: "İste şimdi kendini kurtardın" buyurdu. Daha sonra Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin derslerine devam ederek, onun gözde talebelerinden oldu. Tasavvufta yüksek mertebelere kavuştu. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinden sonra onun yerine geçip, yüzlerce talebe yetiştirdi.
Şiblî hazretleri buyurdu ki: "Dörtyüz hocadan ders okudum. Bunlardan dürtbin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü, kurtuluşu ve ebedî se'âdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf sudun Peygamberimiz (s.a.v.) bir Sahâbîye buyuruyor ki: "Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhıret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya muhtâc olduğun kadar itâat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günâh işle!"
Şöyle anlatılır: "Şiblî hazretleri, Bağdâd çarşısında geziyordu. Manifaturacılardan birinin, bir muhasebeciye ihtiyacı vardı. Şiblî hazretlerini görünce, efendi buyurun oturun ve benim kumaşlarımın hesabını tutun deyip, Şiblî'ye birçok rakamlar söyledi. Bitirdiği zaman, ne kadar etti diye sordu. Şiblî, "Bir" buyurdu. Tüccâr, "Sen deli misin?" deyince Şiblî, "Sen yoksa bizi bilmiyor musun ki, hakîkat olan birdir, diğerleri ise mecâzdır, Allahü teâlâ, İhlâs sûresi birinci âyetinde "Ey habîbim de ki, Altahü teâlâ birdir" buyuruyor" dedi.
Talebelerinden biri şöyle anlatır: Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, talebesinden biriyle Dicle kenarında sohbet ederken, bu talebe yüksek sesle "Allah" diye bağırdı. Şiblî hazretleri onu kolundan tutup nehre atarak buyurdu ki: "Eğer bağırması ihlâs ile ise, Hak teâlâ onu Mûsa aleyhisselâmı kurtardığı gibi kurtarır. Yok, bunu riya için yaptıysa, Firavun'un boğulduğu gibi boğulur." Sohbete devam ettiler, bir müddet sonra o talebe nehirden çıkıp geldi, yanımıza oturdu. Baktık ki, elbiseleri bile ıslanmamıştı.
Ebû Bekr-i Şiblî'yi sevmeyen ve sohbetlerine gitmek isteyenlere mani olan bir zat vardı. Birgün Ebû Bekr-i Şiblî'yi imtihan etmek için yanına gelerek, "Beş devenin zekatı nedir?" diye sordu. Ebû Bekr-i Şiblî cevab vermek istemedi ise de, o zatın ısrarı üzerine söyle dedi: "Şer'î ölçülere göre bir koyun, bu vacibdir. Fakat bizim gibiler için olan hüküm ise, hepsini vermektir." Bunun üzerine o zat, "Bu dediğinle kime uyuyorsun? İmâmın kim?" diye suâl edince, Ebû Bekr-i Şiblî hiç düşünmeden "Hz. Ebû Bekr. Ona uyuyorum. O evine gidip neyi varsa, Peygamber efendimize (s.a.v.) getirdi. Çocuklarına ne bıraktın? sorusuna "Allah ve Resûlünü" diye cevap verdi" dedi. O zat bu cevabı beğendi ve hiçbirşey söylemeden gitti. Bundan sonra da, Ebû Bekr-i Şiblî'nin sohbetine gidenlere mani olmadı.
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri birgün hastalanmıştı. Bunu duyan devrin hükümdârı, kendisine Nasranî (Hıristiyan) birtabib gönderdi. Tabib, hastanın yanına girdiğinde söyle sordu: "Gönlün neyi istiyor?" Ebû Bekr-i Şiblî, "Gönlüm senin müslüman olmam istiyor" diye cevap verince tabib, "Eğer ben müslüman olursam, sen gerçekten hemen iyi olur, yataktan kalkar mısın?" diye sordu. Şiblî hazretleri; "Elbette iyi olur, yataktan kalkarım" diye cevaplayınca, tabib derhal müslüman oldu. Şiblî hazretlerinin hastalığından eser kalmadı. Birlikte el ele tutuşarak hükümdârın huzuruna gittiler. Hükümdar onları görünce söyle dedi. "Ben tabibi hastaya gönderdim sanıyordum. Meğer işin aslı öyle çıkmadı. Anladım ki hastayı tabibe göndermişim."
Şöyle anlatılır: "Birgün hacca giden sofîlere ayakkabı satın almak için, bir dirhem lazım oldu. Hıristiyan olan bir genç, "Beni de beraberinde hacca götürme şartıyla, sana bu bir dirhemi veririm" dedi. Ebû Bekr-i Şiblî bunun üzerine, "Ey Genç! Sen hac yapmaya ehil değilsin ki" deyince, genç "Sizin kervanınızda hiç yük merkebi bulunmaz mı? Bu sefer de beni yük merkebi yerine tutamaz mısınız?" dedi. Yol hazırlıkları tamamlanınca genç onlarla beraber yola çıktı. Ebû Bekr-i Şiblî "Ey Genç! Hâlin nasıldır?" diye sorduğunda, genç "Efendim! Sevincimden gözüme uyku girmiyor. Sizinle yolculuk yaptığım için çok memnûnum" dedi. Kafile yolda giderken ne zaman konaklaşalar, o genç hemen yerleri süpürür, dikenleri temizlerdi. Sonunda ihram giyme yerine vardılar. Genç onlara bakıp, onlar gibi giyindi. Kâ'be-i şerîfe varınca Ebû Bekr-i Şiblî gence; "Üstünde zünnâr olduğu halde Kâ'be-i şerîfe girmene izin vermem" dedi. Bunun üzerine genç; şöyle söyledi: "Yâ Rabbi! Şiblî, senin evine girmeme izin vermiyeceğini söylüyor!" dedi. O anda hafiften bir ses: "Ey Şiblî! Onu Bağdâd'dan buraya biz getirdik. Onun kalbine aşk ateşini biz koyduk. Lütuf zinciriyle evimize kadar onu biz çektik. Ey dost olan genç, sen içeri gir!" dedi. Herkes Kâ'be'ye gidip tavaf ettikten sonra dışarı çıktılar. Fakat genç dışarı çıkmadı. Ebû Bekr-i Şiblî, "Ey Genç! Dışarı gel" diye seslendi. Bunun üzerine genç, "Ey Şiblî! O beni dışarı bırakmıyor. Ne kadar çabalasam kapısını bulamıyorum" dedi.
Şöyle anlatılır: Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri birgün Ebû Bekr bin Mücâhid Mükre hazretlerinin bulunduğu mescide girince, İbn-i Mücâhid hemen ayağa kalktı. Daha sonra İbn-i Mücâhid hazretlerinin arkadaşları kendisine; "Sen niçin Vezir Ali bin Îsâ için ayağa kalkmadın da, Şiblî için ayağa kalktın?" diye sordular. İbn-i Mücâhid cevaben şöyle dedi: "Ben Resûlullahın (s.a.v.) ta'zîm ettiği bir zât için ayağa kalkmıyayım mı? Ben Peygamber efendimizi (s.a.v.) rü'yamda gördüm. Bana: "Ya Ebâ Bekr! Yarın sana Cennet ehlinden bir kişi gelecek? O geldiğinde, ona ikrâmda bulun! buyurdu. İki gece sonra yine Peygamber efendimizi tekrar rü'yâda gördüm. Bana: "Ya Eba Bekr! Allahü teâlâ, Cennet ehlinden olan kimseye ikrâm ettiğin gibi sana da ikrâm etti" buyurdu. Ben, "Yâ Resûlallah! Şiblî bu dereceyi nasıl elde etti?" diye sordum. Peygamber efendimiz (s.a.v.), "O, beş vakit namazını kılıp her namazın arkasından beni hatırlıyor ve meâlen, "And olsun size, içinizden bir Peygamber geldi. ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür. Mü'minlere çok merhâmetlidir. Onlara hayır diler" (Tevbe-128) âyet-i kerîmesini okuyor. Bunu seksen seneden beri yapıyor" buyurdu. Ben bunu yapanı ta'zîm etmeyeyim mi?"
Kendisi söyle anlatır: "Birgün kırık bir köprüden geçerken ayağım kaydı ve suya düştüm. Su epey derindi. Bu sırada yabancı bir elin beni kenara götürmek için uzandığını gördüm. Dikkatlice ona baktığımda, huzûrdan kovulan mel'ûn şeytan olduğunu gördüm. Ona, "Ey Me'lûn! Senin adaletin tekme atmaktır, el tutmak değildir. Böyle yapman neden icab ediyor?" diye sordum. Seytan "Ben tekme yemeğe müstehâk olan insanlara tekme atarım. Adem'le yaptığım kavgada bir yara almışım, yaram iki olmasın diye, diğer biriyle kavgaya girmem!" dedi.
Söyle anlatılır: Ebû Bekr-i Şiblî birgün yolda giderken, buldukları bir ceviz için kavga eden iki çocuk gördü. Şibli hazretleri cevizi alıp onlara, "Sabredin bu cevizi size paylaştırayım" dedi. Sonra cevizi açınca, cevizin içi boş çıktı. Bu sırada şöyle bir ses duydu: "Eğer taksim yapan ve kısmet dağıtan biriysen, şimdi bunu da taksim etsene." Bunun üzerine Şiblî hazretleri, "Bütün bu kavga, içi boş bir ceviz için, taksim etmek ise bir hiç için imiş!" dedi.
Söyle anlatılır: Bir bayram günü, bir takım yeni elbise giydi. Dışarı çıktığında gördü ki, insanlar hep yeni elbisesi olanlara selâm veriyordu. Eski giyinenlerle pek ilgilenen yoktu. Hemen eve geri dönüp, elbisesini çıkarıp attı. "Niçin böyle yaptın?" dediler. Bunun üzerine "İnsanların taptığı şeyi atmak istedim" dedi. Sonra eski bir elbise giydi.
Birgün, Ebû Bekr-i Şiblî "Allah Allah!" deyip duruyordu. O sırada bir gen? "Niçin Lâ ilâhe illallah demiyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Şiblî hazretleri derin bir ah çekerek, "(Lâ ilâhe) der de (illallah) diyemeden vefât ederim diye korkuyorum" dedi. Bu sözler gence çok dokundu ve orada bir ah çekerek vefât etti. Bunun üzerine gencin yakınları ve varisleri Ebû Bekr-i Şiblî'yi halifeye sikâyet ettiler. Halife "Yâ Şiblî! Bunların dediklerine ne dersin?" deyince, Şiblî hazretleri "Ya Emîr-el-mü'minîn! O gencin rûhu, mukaddes olan Allahü teâlânın cemaline kavuşmayı beklerken, aşk ateşinin bir kıvılcımıyla yanmış, herşeyden alakasını kesmiş, takati son dereceye varmış, bu sözün neticesindeki güzellikte sıçrayan bir simsek, onun canını çarpmış ve sonunda Onun rûhu bir kuş gibi kafesinden uçup gitmiştir. Şiblî'nin bunda ne günahı var?" dedi. Bunun üzerine halife, "Derhal bu zati evine gönderin. Kendimi öyle bir-hal kapladı ki, sanki divandan düşecekmiş gibi oluyorum" dedi.
Kim önünde tövbe etse, ona: "Şimdi git, farz üzere hac yap ve geri gel. Bizim sohbetimizde bulunmaya muktedir olasın" derdi. Sonra o kimseyi azıksiz ve bineksiz olarak çöle gönderdi. En sonunda ona, "Halkı helâk ediyorsun" dediklerinde "Hayır" cevabını verdi ve esas olan şudur buyurdu: "Onların, yanıma gelmelerinin gayesi ben değilim. Eğer onların muradı ben olsaydım, onlar putperest olurlardı. Fakat onların bana gelmelerindeki gaye, Allahü teâlâya kavuşmaktır. Bu halde, eğer yolda helâk olurlarsa, muradlarına erişirler. Yol meşakkati onları öyle düzeltmiş olacaktır ki, ben on sene uğraşsam o kadar düzeltemem."
Birgün biri Şiblî hazretlerine gelip, geçim derdinden bahsetti ve şöyle söyledi: "Efendim! Nafakası üzerime düşen evladım çoktur. Onların ihtiyaclarını göremiyorum. Ne olur bana bir çâre gösterin." Bunun üzerine Şiblî hazretleri, "Hemen evine git, kimin rızkını sana bağlı görürsen kapı dışarı at. Kimin rızkını cenâb-ı Hakka bağlı görürsen, o da evde kalsın" dedi.
Ebû Bekn-i Şiblî hazretlerinin hizmetinde bulunan Bekr Dineverî şöyle anlatır. "Hz. Şiblî'nin ömrünün son günlerinden bir Cum'a günüydü. Hastalığı biraz geçtiği için bana, "Câmiye gidelim" dedi. Beraber giderken bana karşıdan gelmekte olan şahsı işaret etti ve "Şu şahsı görüyor musun?" deyince, "E-vet" diye cevap verdim. Bunun üzerine, "İşte onunla Yarın bizim isimiz olacak" dedi. O gece Şiblî hazretlerinin hastalığı arttı ve vefât etti. Bana, "Falan yerde sâlih bir kimse var, sabahleyin haber ver de cenâzeyi yıkasın" dediler. Sabah olunca târif edilen zatın evine gidip kapısını çaldım. Hane sahibi "Şiblî hazretleri vefât mi etti?" diye sorunca, "Evet" dedim. Dışarı çıkınca bir de baktım ki, Şiblî hazretlerinin dün işaret ettikleri kimse değil mi? Hayret ederek "Lâ ilâhe illallah" dedim. O zat "Neden hayret ettin?" deyince, Şiblî hazretlerinin, kendisini göstererek söylediklerini naklettim."
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, vefât etmeden biraz önce buyurdular ki: "Üzerimde bir dirhem kul hakkı vardır. Onun sahibi için, bin dirhem sadaka etmiştim. Bununla beraber, hala gönlüme ondan ağır birşey gelmez."
Henüz vefât etmeden, bir çok insan cenâze namazım kılmak için geldiler. Firâsetle buyurdu ki: "Ne şaşılacak şeydir ki, ölülerden bir grup, yaşıyan bir kimsenin cenâze namazım kılmaya geldiler."
Hizmetini gören Bekr Dineverî şöyle anlattı: "Şiblî hazretleri, son hastalığı anında "Bana abdest aldırın" diye işaret etti. Ona abdest aldırdım. Sakalını hilallemeyi unutmuştum. Elimi tutarak, sakalının içine koydu. O anda da, ruhunu teslim etti."
Vefâtından sonra kendisini rü'yada götürdüler. Münker ve Nekir'in sualine karşı ne yaptın? diye sordular. Şöyle cevap verdi: "Geldiler, Rabbin kimdir dediler. Benim Rabbim O'dur ki, size ve bütün meleklere Adem aleyhisselâma secde edin diye emir verdi. Ben o zaman, Adem aleyhisselâmın arkasında idim. Size bakıyordum", dedim. Bu cevap bütün Ademoğullarını kurtarır deyip gittiler.
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, güneş batarken güneşin sararmasına, söyle bir benzetme yapardı: "Tıpkı mü'min de böyledir. Dünyâdan göçeceği zaman, varacağı makam sâhibinden çekindiği için, nasıl karşılanacağım bilmeyip, böyle sararır." Sonra da ilave edip: "Gün doğarken de, çok aydın olarak doğar. Bu da, bir mü'minin öldükten sonra kabrinden kalkışına ben-zer. Bir mü'min kabrinden kalktığında, yüzü güneşin doğduğu gibi parlar."
Ebû Bekr-i Şiblî (r.a.) buyurdu ki:
"Dünyadaki sermayenize çok dikkat edin ve bilin ki ahıretteki sermayeniz de bu olacaktır."
"Zühd; kalbi mal yerine, onu yaratanına döndürmektir."
"Kim Allahü teâlâyı bilirse, gam ve keder içinde olmaz."
"Eshâb-ı kirâma hürmet etmiyen kimse, Muhammed aleyhisselâma imân etmiş olmaz."
"Şükür, ni'meti değil, ni'meti vereni görmektir."
"Sevgi; zevkte şaşkınlık, saygıda ise hayranlıktır."
"Allahü teâlâ, Davûd aleyhisselâma vahy gönderdi ve "Ey Davûd! Zikrim zikr edenlerin, Cennetim ibadet edenlerin, kâfi olmaklığım tevekkül edenlerin, ni'metimin çoğalması şükür edenlerin, rahmetim iyi işler yapanların, ünsiyetim müştâkların ve ben, muhiblerime mahsûsum" buyurdu."
"Afiyet; dînin bid'atten, amelin afetten, nefsin şehvetten, kalbin kuruntudan kurtulması demektir."
"Muhabbet da'vasında bulunup da başkası ile meşgul olan, dost ile alay etmiş olur. Muhabbet makamında iş oraya varır ki, kendinden bile haberi az olur ve Hak ile bekâya kavuşur. Zîrâ, O'ndan başkasının muhabbeti kalbde olursa, tevhîd ve muhabbet sırrı gönül tahtasına yazılmaz."
"Hürriyet, kalbin hür elmasından başka birşey değildir."
"Cehennemlik olmanın alameti; Allahü teâlânın rızâsı için bir fakîre bir para ekmek vermemek. Fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyafete yüz altın harcamaktır. Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir."
"Tasavvuf; tam olarak beş duyu organını günahlardan korumak, her nefes veriş ve alışında günah işlememeye dikkat etmektir."
"Bir şahıs ne zaman mürid olabilir?" sorusuna şu cevabı verdi: "Seferde ve hazarda hâli hep aynı olan kimsedir. Yalnız olduğu zaman da, başkalarının yanında olduğu zaman da aynı davranışlar içinde olandır."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-366
2) Tabakât-üs-sûfiyye sh-337
3) Kâmûs-ul-a'lâm cild-4, sh-2842
4) Suâle-i Kuşeyrîsh-148
5) Tezkiret-ül-evliyâ sh-379
6) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-103
7) Vefeyât-ül-a'yân cild-2, sh-273
8) Târîh-i Bağdâd cild-14, sh-389
9) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-338 
10) Dibâc-ül-müzehheb sh-116
11) El-A'lâm fild-2, sh-341
12) Nefehât-ül-üns sh-228
13) Keşf-ül-mahcab sh-312
14) Câmi'u kerâmât-il evliyâ cild-2, sh-8
15) Rehber Ansiklopedisi cild-16, sh-85
16) Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-49, 58, 105, 994, 998

Mevlayı Zülcelâl ve Tekaddes Hazretlerinin, kâinatı ayağının tozuyla şerefyâb (şeref kazanan) kıldığı, Zâtına dost, Habibine vekil, ümmeti Muhammed’e de hidayet güneşi tayin ettiği evliyaullahın nadidelerinden olan Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri, Hicri üçüncü asırdaki irfan yıldızlarındandır. Asıl ismi Cafer olup, babasının adı Yunus’tur. Künyesi Ebu Bekir'dir. 861 (H. 247) senesinde Samarrâ'da doğdu. Bağdat’a gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinin dervişlerinden olan Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri, aynı zamanda Maliki mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmam-ı Malik’in Muvattâ'sını ezbere bilirdi. Zamanının maddi ve manevi ilimlerinde en üst düzeyde söz sahibi olan Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri 945 (H.334) senesinde Bağdat’ta vefat etti.

Ebu Bekr-i Şiblî Hazretleri, takva sahibelerinin tacı, manevi hâl ve kerametleri ile evliyanın reisi, Allah yolunun nurlu meşalesi idi. 

Pek çok âlimden hadis-i şerif dinleyerek bunları nakleden Ebu Bekir-i Şiblî Hazretlerinin, ilim öğrenmek hususundaki şiddetli arzusu dinmek ve tükenmek bilmezdi. Ebu Bekir-i Şiblî Hazretlerinden; Ebü'l Fadl Abdülvâhid Temîmî, Ali Acemî, Ebû Hasan-ı Hudrî, Ebü'l Hasan Meşnî, Ebû Zer Râzî, Yâkûb Seyyid, Ebû Sehl Muhammed bin Süleymân ve birçok âlim ders almış ve ilim öğrenmiştir.

Ebû Bekr-i Şiblî Hazretlerini Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri çok sever, ziyade önem verirdi. Onun için: "Her kavmin bir tacı vardır. Bu kavmin tacı da Şiblî'dir. Ebû Bekr-i Şiblî'ye, birbirinize baktığınız gözle bakmayın. O müstesna bir kimsedir." buyururdu.

Ebu Bekir-i Şiblî Hazretlerinin Tasavvuf’a girmesine, Tasavvuf yolunu seçmesine vesile olan hâdise şöyle anlatılır: Devamend emîri iken, Rey emîri ile Bağdat’tan kendisine bir mektup geldi. Bunun üzerine hemen Bağdat’a halifenin yanına gitti. Halife kendisine hil'atlar verdi. Geri döndükten sonra şöyle bir durum oldu. Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri, bir gün aksırdı ve aksırdıktan sonra halifenin verdiği hil'atın kolu ile ağzını ve burnunu sildi. Bu durum derhal halifeye bildirildiğinde, o da hil'atın çıkarılması ve emirlikten azledilmesi emrini verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr-i Şiblî Hazretleri kendi kendine; "Bir kulun hil'atını ve elbisesini mendil yerine kullanan bir kimse, eğer bu görevden alınırsa, acaba âlemlerin padişahı olan Allahû Teâlâ’nın hil'atını mendil olarak kullanan kimse hangi muameleye müstahak olur." diye düşündü. Hemen halifenin huzuruna varıp hiçbir vazife verilmemesini istedi. Halife sebebini sorunca; "Ey halife! Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz olan bir hil'ata yapılan saygısızlığı hoş karşılamazken, Âlemlerin Sultanı olan Allah-u Teâlâ, ihsan ettiği marifet ve muhabbet hil'atını, bir mahlûkun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mı?" dedi. 

Halifenin huzurundan ayrılıp, zamanın büyük evliyalarından olan Hayrünnessâc Hazretlerine giderek, O’nun dervişi olmayı istedi. Hayrünnessâc Hazretleri; "Ey Şiblî! Sen, Cüneyd-i Bağdâdî'nin yakınlarındansın. Senin nasibin O’ndadır." diyerek, O’nu Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerine gönderdi. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri önce; "Git, çıra sat!" buyurdu. Bunun üzerine, bir sene çıra satıp tekrar huzurlarına çıktıklarında; "Daha düşüncelerinde dünyaya muhabbet var." buyurarak başka bir iş verdiler. Bir sene sonra tekrar huzurlarına çıktığında; "Bir sene de burada hizmet et!" buyurdular. 
Bu hizmetten sonra üstadı; "Şimdi hâlin nasıldır?" diye sordu. Şiblî Hazretleri; "Artık kendimi insanlardan üstün tutmuyorum." dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdadi hazretleri; "İşte şimdi kendini kurtardın." buyurdu. Sonra Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinin zikir ve sohbet meclislerine devam ederek, O’nun gözde dervişlerinden oldu. Tasavvuf yolunda yüksek mertebelere kavuştu. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinden sonra O’nun yerine geçip, yüzlerce derviş yetiştirdi.

Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri buyurdu ki: "Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadis-i şerif öğrendim. Bütün bu hadislerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü kurtuluşu ve ebedî saadete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasihatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadis-i şerif şudur: Peygamber Efendimiz bir sahabeye buyurdu ki: "Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahû Teâlâ’ya muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!"

Ebu Bekir-i Şiblî Hazretlerini sevmeyen ve sohbetlerine gitmek isteyenlere mâni olan bir zât vardı. Bir gün Ebû Bekr-i Şiblî Hazretlerini imtihan için yanına gelerek; "Beş devenin zekâtı nedir?" diye sordu. Ebû Bekr-i Şiblî Hazretleri cevap vermek istemedi ise de, o zatın ısrarı üzerine şöyle dedi: "Şer’î ölçülere göre bir koyun, bu vaciptir. Fakat bizim gibiler için olan hüküm ise, hepsini vermektir." Bunun üzerine o zat; "Bu dediğinle kime uyuyorsun? İmamın kim?" diye sual edince, Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri hiç düşünmeden; "Hazret-i Ebû Bekir. O’na uyuyorum. O evine gidip neyi varsa, Peygamber Efendimize getirdi. “Çocuklarına ne bıraktın?”, sorusuna "Allah ve Resulü’nü" diye cevap verdi" dedi. O zat bu cevabı beğendi ve hiçbir şey söylemeden gitti. Bundan sonra da, Ebu Bekir-i Şiblî Hazretlerinin sohbetlerine gidenlere mâni olmadı.

Ebu Bekir-i Şiblî Hazretlerinin dervişlerinden biri şöyle anlatır: “Ebû Bekir Şiblî Hazretleri, dervişlerinden biriyle Dicle nehrinin kıyısında sohbet ederken, bu derviş yüksek sesle ‘Allah’ diye bağırdı. Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri onu kolundan tutup nehre atarak buyurdu ki: “Eğer bağırması ihlâs ile ise, Hak Teâlâ Hz. Musa’yı kurtardığı gibi onu da kurtarır. Yok, bunu riya için yaptıysa, firavunun boğulduğu gibi boğulur gider.” Sohbete devam ettiler, bir müddet sonra o derviş nehirden çıkıp geldi, yanımıza oturdu. Baktık ki elbiseleri bile ıslanmamıştı.”
Ebu Bekir-i Şiblî Hazretleri bir gün Ebû Bekr bin Mücahit Mükre Hazretlerinin bulunduğu mescide girince, İbn-i Mücahit hemen ayağa kalktı. Daha sonra İbn-i Mücahit Hazretlerinin arkadaşları kendisine; "Sen niçin Vezir Ali bin İsa için ayağa kalkmadın da, Şiblî için ayağa kalktın?" diye sordular. İbn-i Mücahit cevaben şöyle dedi: "Ben Rasulullah (sav) Efendimizin tazim ettiği bir zat için ayağa kalkmayayım mı? Ben Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm. Bana; "Yâ Ebâ Bekr! Yarın Sana cennet ehlinden bir kişi gelecek. O geldiğinde, O’na ikramda bulun!" buyurdu. İki gece sonra yine Peygamber (sav) Efendimizi tekrar rüyamda gördüm. Bana; "Yâ Ebâ Bekr! Allah-u Teâlâ, cennet ehlinden olan kimseye ikram ettiğin gibi Sana da ikram etti." buyurdu. Ben "Ya Rasulullah! Şiblî bu dereceyi nasıl elde etti?" diye sordum. Peygamber (sav) Efendimiz; "O, beş vakit namazını kılıp her namazın arkasından beni hatırlıyor ve mealen; "And olsun size, içinizden bir Peygamber geldi ki zahmet çekmeniz O’nu incitir ve üzer. Size çok düşkündür. Müminlere çok merhametlidir. Onlara hayır diler." (Tevbe sûresi: 128) ayet-i kerimesini okuyor. Bunu seksen seneden beri yapıyor." buyurdu. Ben bunu yapanı tazim etmeyeyim mi?"

Cenâb-ı Allah, Ebû Bekr Şiblî Hazretleri'nden razı olsun ve makâmını yüceltsin, alî eylesin. Bizleri de şehitlik ve şehidelik makâmıyla müjdelesin. Bu mübarek Allah Dostları'nın himmet, bereket ve şefaatlerine nâil eylesin bizleri... Amin.

Yorum Gönder

 
Top